Burada ben yalnız, kimsesiz, garîb, yarım ümmi, insafsız me’murların tarassudât ve tazyikatları altında yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet; yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakıyeti gösteren ma’nevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat’iyyen şübhem kalmadı. Hem itiraf ediyorum ki: Samîmi ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyadan beni bir derece kurtardınız. İNŞÂALLAH tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız... Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (R.A.) o mu’cizevari kerâmetiyle ve Hazret-i Gavs-ı A’zam (K.S.), o hârika kerâmet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binâen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârane teselli verip hizmetinizi ma’nen alkışlıyorlar. Evet, hiç şübhe etmeyiniz ki, bu teveccühleri, ihlâsa binâen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz. Böyle ma’nevî kahramanları arkanızda zâhir, başınızda üstad bulmak isterseniz
Sırriyle ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hatta en latif ve güzel bir hakîkat-ı îmaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki; en ma’sûmane, zararsız bir menfaattir. Mümkün ise, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaş ile yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer “Ben sevab kazanayım, bu güzel mes’eleyi ben söyleyeyim” arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur. Fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.
DÖRDÜNCÜ DÜSTÛRUNUZ: Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mâbeyninde “fenâ fi’ş-şeyh, fena fi’r-resul” ıstılâhatı var. Ben sofi değilim. Fakat onların bu düstûru, bizim meslekte “fena fi’l-ihvân” sûretinde güzel bir düstûrdur. Kardeşler arasında buna “tefâni” denilir. Yâni: Birbirinde fâni olmaktır. Yâni: Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyât ve hissiyatiyle fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhûvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mâbeynindeki vâsıta değildir. Belki hakîki kardeşlik vâsıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz “Haliliye” olduğu için, meşrebimiz “hıllet”tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktizâ eder. Bu hılletin üssü’l-esâsı, samîmi ihlâstır. Samîmi ihlâsı kıran adam, bu hılletin gâyet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gâyet derin bir çukura düşmek ihtimâli var. Ortada tutunacak yer bulamaz.