Elhâsıl: Şu eczahâne-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mîzan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşeye şâmil bir irade ile vücûd bulabilir. “Kör, sağır, hududsuz, sel gibi akan küllî anâsır ve tabayi ve esbâbın işidir” diyen bedbaht, “O tiryâk-ı acîb, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen divâne bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyâde ahmaktır. Evet o küfür; ahmakane, sarhoşane, divânece bir hezeyandır.
İKİNCİ MUHAL: Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelâl’e verilmezse, belki esbâba isnad edilse lâzım gelir ki; âlemin pek çok anâsır ve esbâbı, herbir zîhayatın vücûdunda müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlûkun vücûdunda, kemâl-i intizam ile gâyet hassas bir mîzan ve tamam bir ittifak ile, muhtelif ve birbirine zıd, mübâyin esbâbın içtimaı, o kadar zâhir bir muhaldir ki, sinek kanadı kadar şuuru bulunan, “Bu muhaldir, olamaz!” diyecektir. Evet bir sineğin küçücük cismi, Kâinatın ekser anâsır ve esbâbı ile alâkadardır; belki bir hülâsasıdır. Eğer Kadîr-i Ezelîye verilmezse, o esbâb-ı maddiye, onun vücûdu yanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir nümûnesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri îcab ediyor. Çünkü sebeb, maddî ise; müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hüceyrecikte erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.
İşte, Sofestâînin en eblehleri dahi, böyle bir meslekten utanıyorlar.
ÜÇÜNCÜ MUHAL: kaide-i mukarreresiyle: “Bir mevcûdun vahdeti varsa, elbette bir vâhidden, bir elden sudur edebilir.” Husûsan o mevcûd, gâyet mükemmel bir intizam ve hassas bir mîzan içinde ve câmi bir hayata mazhar ise, bilbedahe sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan müteaddid ellerden çıkmadığını; belki gâyet Kadîr, Hakîm olan bir tek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz ve câmid ve câhil, mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde, kör, sağır esbâb-ı tabiiyenin karmakarışık ellerine, hadsiz imkânât yolları içinde ve içtimâ ve ihtilat ile, o esbâbın körlüğü, sağırlığı ziyâdeleştiği halde; o muntazam ve mevzun ve vâhid bir mevcûdu onlara isnad etmek, yüz muhali birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır. Haydi bu muhalden kat-ı nazar, esbâb-ı maddiyenin elbette te’sirleri, mübaşeretle ve temasla olur.