Belki senin vücûdun, bin def’a bu saraydan daha acîbdir. Çünkü; o saray-ı vücûdun, dâima kemâl-i intizamla tazelenmektedir. Gâyet harika olan ruh, kalb ve ma’nevî letâiften kat-ı nazar, yalnız cesedindeki herbir âzâ, bir kubbeli menzil hükmündedir. Zerreler, o kubbedeki taşlar gibi birbirleriyle kemâl-i müvazene ve intizam ile başbaşa verip, harika bir bina, fevkalâde bir san’at, göz ve dil gibi acîb birer mu’cize-i kudret gösteriyorlar. Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tâbi’ birer me’mur olmasalar; o vakit herbir zerre, umum o ceseddeki zerrelere hem hâkim-i mutlak hem herbirisine mahkûm-u mutlak, hem her birisine misil hem hâkimiyet noktasında zıd, hem yalnız Vâcibü’l-Vücûda mahsus olan ekser sıfatın masdarı, menbaı, hem gâyet mukayyed hem gâyet mutlak bir sûrette olmakla beraber, sırr-ı vahdetle yalnız bir Vâhid-i Ehadin eseri olabilen gâyet muntazam bir masnu-u vâhidi o hadsiz zerrata isnad etmek; zerre kadar şuuru olan, bunun pek zâhir bir muhal belki yüz muhal olduğunu derkeder.
ÜÇÜNCÜ MUHAL: Eğer senin vücûdun, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Ezelînin kalemiyle mektub olmazsa ve tabiata, esbâba mensub matbû ise, o vakit senin vücûdundaki bir hüceyre-i bedenden tut, birbiri içinde dâireler misillü, binler mürekkebler adedince tabiat kalıblarının bulunması lâzım gelir. Çünkü; meselâ bu elimizdeki kitab eğer mektub olsa, bir tek kalem, kâtibinin ilmine istinâd edip, bütün onları yazar. Eğer o, mektub olmazsa ve onun kalemine verilmezse, kendi kendine olmuş denilse veya tabiata verilse, o vakit matbû kitab gibi, herbir harfi için ayrı bir demir kalem lâzımdır ki tab’edilsin. Nasılki matbaada hurufat adedince demir harfler bulunur, sonra o harfler vücûd bulur; o vakit bir tek kaleme bedel, o hurufat adedince kalemler bulunması lâzım gelir. Belki o hurufat içinde ba’zan olduğu gibi, küçük kalem ile bir büyük harfte bir sahife -ince hatla- yazılmış ise, binler kalem bir tek harf için lâzım geliyor. Belki birbirinin içine girip muntazam bir vaziyetle, senin cesedin gibi bir şekil alıyorsa, o vakit herbir dâirede, herbir cüz’ için, o mürekkebat adedince kalıplar lâzım geliyor. Haydi, yüz muhal içinde bulunan bu tarzı, mümkün desen dahi, bu muntazam san’atlı demir harfleri ve mükemmel kalıpları ve kalemleri yapmak için, yine bir tek kaleme verilmezse, o kalemler, o kalıplar, o demir harflerin yapılması için, onların adetlerince yine kalemler, kalıplar ve harfler lâzım. Çünkü onlar da yapılmışlar ve onlar da muntazam san’atlıdırlar. Ve hâkezâ müteselsilen gittikçe gidecek...
İşte sen de anla! Bu öyle bir fikirdir ki; senin zerratın adedince muhâlât ve hurafeler, içinde bulunuyor. Ey muannid muattıl! Sen de utan, bu dalâletten vazgeç!