Veyahud vakti geçirmek için bir eğlence bulalım, gibi müteellîmâne sözleri ondan işiteceksin.. veyahud tul-i emelden gelen, bu şey’im eksik, keşki şu işi yapsaydım gibi şekvaları işiteceksin. Sen bir musîbetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakîrden sor; ne haldesin? Aklı başında ise diyecek ki: “Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşki çabuk Güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum, fakat bu da geçer, herşey böyle çabuk geçiyor.” diye, ma’nen ömür ne kadar kıymetdar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor. Demek meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor. Ey hasta kardeş! Bil ki, başka Risâlelerde tafsilâtiyle kat’i bir sûrette isbat edildiği gibi; musîbetlerin, şerlerin, hatta günahların aslı ve mâyesi ademdir. Adem ise şerdir, karanlıktır. Yeknesak istirahat, sükût, sükûnet, tevakkuf gibi haletler ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise vücûddur, vücûdu ihsas eder. Vücûd ise hâlis hayırdır, nurdur. Mâdem hakîkat budur; sendeki hastalık, kıymetdar hayatı safileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vücûdundaki sâir cihâzât-ı insaniyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenetdarane müteveccih etmek ve Sâni-i Hakîm’in ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi, çok vazifeler için, o hastalık senin vücûduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşâallah çabuk vazifesini bitirir gider. Ve afiyete der ki; sen gel, benim yerimde dâimi kal, vazifeni gör, bu hâne senindir, afiyetle kal.
YİRMİNCİ DEVA: Ey derdine derman arayan hasta! Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı Hakîki, bir kısmı vehmîdir. Hakîki kısmı ise Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâl, Küre-i Arz olan eczahâne-i kübrasında, her derde bir deva istif etmiş. O devalar ise, dertleri isterler. Her derde bir derman halketmiştir. Tedavi için ilaçları almak, isti’mal etmek meşrudur. Fakat te’siri ve şifayı, Cenâb-ı Hak’tan bilmek gerektir. Dermanı o verdiği gibi, şifayı da o veriyor... Hâzık mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâçtır. Çünkü ekser hastalıklar sû’-i isti’malâttan, perhizsizlikten ve israftan ve hatiattan ve sefahetten ve dikkatsizlikten geliyor. Mütedeyyin hekim, elbette meşru bir dâirede nasihat eder ve vesayada bulunur. Sû’-i isti’malâttan, israfattan men’eder, teselli verir. Hasta o vesaya ve o teselliye itimad edip hastalığı hafifleşir, sıkıntı yerinde bir ferahlık verir. Ammâ vehmî hastalık kısmı ise; onun en müessir ilacı, ehemmiyet vermemektir. Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır. Nasılki arılara iliştikçe, insanın başına üşüşürler, aldırmazsan dağılır.