Bu sır ba’zı Risâlelerde bir temsil ile îzah edilmiş... İcmali şudur ki: Bir zât, bir biçâreyi, bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor... O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnetdarlık istediği halde; o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahud hiçe sayıp şükretmiyerek yukarıya bakar. Keşki bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım, ne için o dağ gibi veyahud öteki minare gibi çok yüksek değil deyip şekvaya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı ni’mettir, bir haksızlıktır. Öyle de: Bir insan hiçlikten vücûda gelip, taş olmıyarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmıyarak, insan olup, müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve afiyet görüp, yüksek bir derece-i ni’met kazandığı halde, ba’zı arızalarla, sıhhat ve afiyet gibi ba’zı ni’metlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyariyle veya sû-i isti’maliyle elinden kaçırdığı veyahud eli yetişmediği için şekva etmek, sabırsızlık göstermek, aman ne yaptım böyle başıma geldi.. diye Rubûbiyet-i İlâhîyyeyi tenkid etmek gibi bir halet; maddî hastalıktan daha musîbetli, ma’nevî bir hastalıktır. Kırılmış el ile döğüşmek gibi, şikayetiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl odur ki:
sırriyle teslim olup sabretsin; tâ o hastalık, vazifesini bitirsin gitsin...
ON DOKUZUNCU DEVA: Cemil-i Zülcelâl’in bütün isimleri Esmâ-ül- Hüsnâ ta’bir-i Samedanisiyle gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcûdât içinde en latif, en güzel, en câmi ayine-i Samediyet de hayattır. Güzelin ayinesi güzeldir. Güzelin mehasinlerini gösteren ayine güzelleşir. O âyinenin başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi; hayatın başına dahi ne gelse, hakîkat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâ-ül- Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir. Hayat, dâima sıhhat ve afiyette yeknesak gitse, nâkıs bir ayine olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip sıkıntı verir. Hayatın kıymetini tenzil eder. Ömrün lezzetini sıkıntıya kalbeder. Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymetdar ömrüne adavet edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor. Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor, ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor.. Meşakkatte ve musîbette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor... “Aman Güneş batmadı, ya gece bitmedi” diye sıkıntısından of! of! etmiyor. Evet, gâyet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir Efendiden sor; ne haldesin? Elbette, aman vakit geçmiyor, gel bir şeş beş oynayalım,