Gördüm ve hissettim ve hakkalyakîn zevkettim ki; bekamın lezzeti ve saadeti, aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâki-i Zülkemâlin bekasına ve benim Rabbim ve İlâhım olduğuna, tasdik ve îmanımda ve iz’anımda vardır. Bunun edillesi, zevil-ehsâsı hayrette bırakacak gâyet derin ve dakik on iki hemhemler ve şuûr-u îmanlar ile Risâle-i Hasbiyyede beyân edilmiştir.
İkinci Mertebe-i Nûriye-i Hasbiyye: Fıtratımdaki hadsiz aczimle beraber, ihtiyarlık ve gurbet ve kimsesizlik ve tecridim içinde; ehl-i dünya desîseleriyle, casuslarıyla bana hücum ettikleri hengâmda kalbime dedim: “Elleri bağlı, zaîf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor. Benim için bir nokta-i istinâd yok mu?” diye
Âyetine müracaat ettim. Bana o Âyet bildirdi ki; intisâb-ı îmanî vesikasıyla Kadîr-i Mutlak öyle bir Sultana intisâb edersin ki; zemin yüzünde her baharda dört yüz bin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordularının bütün cihâzâtlarını kemâl-i intizam ile vermekle beraber, başta insan olarak, hayvanatın muazzam ordusunun bütün erzaklarını, değil medenî insanların son zamanlarda keşfettikleri et ve şeker ve sâir taamların hulâsaları gibi, belki yüz derece o medenî hulâsalardan daha mükemmel ve bütün taamların her nev’inden tohum ve çekirdek denilen Rahmanî hulâsalara koyup; ve o hulâsaları dahi, onların pişirmelerine ve inbisatlarına dâir kaderî tarifeler içinde sarıp, muhafaza için küçük sandukçalara koyup, tevdi eder. O sandukçaların îcadı, emrinde bulunan * fabrikasından o kadar çabuk ve kolay ve çoklukla olur ki; Kur’ân der: “Hâlık emreder, meydana gelir.” Mâdem sen, intisâb-ı îmanî tezkeresiyle böyle bir nokta-i istinâd bulabildiğinden, hadsiz bir kuvvete ve kudrete dayanabilirsin; ben de Âyetten bu dersimi aldıkça öyle bir kuvve-i ma’nevîyeyi buldum ki; değil şimdiki düşmanlarıma, belki dünyaya meydan okuyabilir bir iktidâr-ı îmanî hissederek, bütün ruhumla beraber
Üçüncü Mertebe-i Nûriye-i Hasbiyye: Ben o gurbetler ve hastalıklar ve mazlûmiyetlerin tazyikiyle dünyadan alâkamı kesilmiş bularak, ebedî bir dünyada ve bâki bir memlekette dâimî bir saadete namzed olduğumu îman telkin ettiği hengâmda; tahassür akıtan “of! of!” dan vazgeçip, beşâşet izhar eden “oh! oh!” dedim.