Kur’ân-ı Kerîm vakta ki emriyle insanları ibâdete da’vet etti; sanki lîsan-ı hal ile: “Ne için ibâdet yapalım, illeti nedir?” diye sorulan suali, Kur’ân-ı Kerîm ilh.. cümleleriyle cevablandırmak üzere Sâni’in vücûd-u vahdetine dâir bürhanları zikretmeye başladı.
Ateşin dumana olan delâleti gibi, müessirden esere yapılan istidlâle “bürhan-ı limmî” denildiği gibi; dumanın ateşe olan delâleti gibi, eserden müessire olan istidlâle de “bürhan-ı innî” denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir.
Bu âyetin, Sâni’in vücûd-u vahdetine işâret eden delillerinden biri de, “İnâyet Delili”dir. Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve enva’ını ihtilâlden, ihtilâftan, dağılmaktan kurtarıp bütün husûsatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibârettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün âyât-ı Kur’âniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır. Binâenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafi’in mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücûduna delâlet ettiği gibi, o nâzımın kasd ve hikmetine delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.
Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yâni umûmî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telâhuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin.