Zîra kâinatın “âlem” ile tesmiyesi, kâinatın Sâniine olan delâleti, şehâdeti, işâreti içindir. Binâenaleyh kâinatın uzuvları da Sânia olan delâletleri, şehâdetleri için birer âlem olmaları îcabeder. Öyle ise, Sâniin o uzuvları terbiyesinden ve o uzuvların da Sânii i’lam etmelerinden anlaşılır ki; o uzuvlar birer hayy, birer âkıl, birer mütekellim sûretinde tasavvur edilmiştir; binâenaleyh bu cem’de, kavaide muhalefet yoktur.
: Mâkabliyle bu iki sıfatın nazmını îcab eden şöyle bir münâsebet vardır ki; biri menfaatleri celb, diğeri mazarratları def’etmek üzere terbiyenin iki esası vardır. Rezzak ma’nasına olan birinci esasa, Gaffar ma’nasını ifade eden de ikinci esasa işâretleri için birbiriyle bağlanmıştır.
Mâkabliyle şu sıfatın nazmını iktiza eden sebeb şudur ki; şu sıfat, rahmeti ifade eden mâkabline neticedir. Zîra kıyametle, saadet-i ebediyenin geleceğine en büyük delil, rahmettir. Evet, rahmetin rahmet olması ve ni’metin ni’met olması ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Evet, saadet-i ebediye olmasa, en büyük ni’metlerden sayılan aklın, insanın kafasında yılan vazifesini görmekten başka bir işi kalmaz. Kezalik, en lâtif ni’metlerden sayılan şefkat ve muhabbet, ebedî bir ayrılık düşüncesiyle, en büyük elemler sırasına geçerler.
S―: Cenâb-ı Hakk’ın her şeye mâlik olduğu bir hakîkat iken, burada haşir ve ceza gününün tahsisi neye binâendir?
C―: Şu âlemin, insanlarca, hakir ve hasis sayılan ba’zı şeylerine kudret-i ezeliyenin bizzât mübaşereti, azamet-i İlâhîyyeye münâsib görülmediğinden, vaz’edilen esbâb-ı zâhiriyenin o gün ref’iyle, her şeyin şeffaf, parlak iç yüzüyle tecelli edip Sâniini, Hâlıkını vâsıtasız göreceğine işârettir. ta’biri ise; haşrin vukuunu gösteren emârelerden birine işârettir. Şöyle ki: