İşârâtü'l - İcâz | Surei Fatiha | 22
(19-29)

kelimesinin takdiminden doğan hasr, abdin, Cenâb-ı Hakk’a karşı yaptığı ibâdet ve hizmetle, vesait ve esbâba olan tezellülden kurtuluşuna işârettir. Lâkin, esbâbı tamamen ihmal ve terketmek iyi değildir. Çünkü o zaman, Cenâb-ı Hakk’ın hikmet ve meşietiyle kâinatta vaz’edilen nizama karşı bir temerrüd çıkar. Evet, dâire-i esbâbda iken tevekkül etmek, bir nevi tenbellik ve atalettir.

: Hidâyeti taleb etmekle ianeyi istemek arasında ne münâsebet vardır?

Evet; biri sual, diğeri cevab olduklarından birbiriyle bağlanılmıştır. Şöyle ki:

ile iane taleb edilirken makam iktizasiyle “Ne istiyorsun?” diye vârid olan mukadder sual, ile cevablandırılmıştır. ile istenilen şeylerin ayrı ayrı ve müteaddid olması, ma’nasının da ayrı ayrı ve müteaddid olmasını îcab eder. Sanki , dört masdardan müştaktır. Meselâ: Bir mü’min hidâyeti isterse, sebat ve devam ma’nasını ifade eder. Zengin olan isterse, ziyâde ma’nasını; fakir olan isterse, i’ta ma’nasını; zaîf olan isterse, iane ve tevfik ma’nasını ifade eder. Ve keza, “Her şeyi halk ve hidâyet etmiştir” ma’nasında bulunan âyet-i celilesi hükmünce, zâhirî ve bâtınî duygular, âfâkî ve haricî deliller, enfüsî ve dâhilî bürhanlar, peygamberlerin irsaliyle, kitabların inzali gibi vâsıtalar i’tibâriyle de hidâyetin ma’nası taaddüd eder.

İhtar: En büyük hidâyet, hicabın kaldırılmasiyle hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.


Dinle
-