Kasd ve irâdeden doğan bir nizam-ı ekmel vardır. Hilkat ve yaratılışta tam bir hikmet hükümfermadır. Âlemde abes yok. Fıtratta israf yok. Bu şahidleri tezkiye eden, istikra-i tamdır ki; her fen, mevzuu bulunduğu nev’in nizamına bir şâhid-i âdildir. Ve keza, yevm ve sene vesâire gibi her nev’de, nev’î bir kıyamet-i mükerrere vardır. Ve keza, beşerdeki isti’dâd, kıyamete bir remizdir. Ve keza, beşerin gayr-ı mütenahî meyil ve emelleri, kıyameti ister. Ve keza, Sâni-i Hakîm’in rahmet hazinesinin mahall-i sarfı, ancak kıyamet ve haşirdir. Ve keza, sıdk ve emanetle ma’rûf Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sarahaten i’lân ediyor. Ve keza, Kur’ân-ı Mu’cizü’l- Beyân âyetleriyle ve bu âyetlerin emsaliyle haşrin vukuunu kat’iyyetle isbat ediyor. İşte tam ona baliğ olan şahidler, saadet-i ebediyenin anahtarı olup, o Cennet’in kapılarını açarlar.
Birinci Bürhan: Evet, kâinat saadet-i ebediyeyi intâc etmese, akılları hayrette bırakan, kâinatta görünen en bâriz, en mükemmel şu nizam, aldatıcı zaîf bir sûretten ibâret kalır. Ve bütün ma’nevîyat ve alâkalar, rabıtalar ve nisbetler hep heba olur. Öyle ise o nizamın nizam olması, ancak ve ancak saadet-i ebediyeyi intâc etmekle olur. Yâni, o nizamdaki ma’nevîyat ve nükteler, ancak âlem-i âhirette sünbüllenecektir. Yoksa bütün ma’nevîyat söner, rabıtalar kesilir, nisbetler darmadağınık olur, nizam da berheva olur. Halbuki o nizamda bulunan kuvvet, bütün kuvvetiyle o nizamın berheva edilmeyeceğini i’lân ediyor.
İkinci Bürhan: Herbir nev’de, herbir ferdde hikmetlere, maslahatlara riayet eden ve inâyet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i tâmme, saadet-i ebediyenin gelmesini tebşir ediyor. Çünkü; aksi halde, bedahetle ikrar ve tasdik ettiğimiz şu hikmetleri ve faideleri inkâr etmemiz lâzımgelir. Çünkü, o faidelerin, o hikmetlerin, o maslahatların herbirisi zıddına inkılâb ederler. Bu hal ise, safsatadır.
Üçüncü Bürhan: İkinci bürhanı tefsir eder. Fennin de şehâdet ettiği gibi Sâni-i Hakîm her şeyde en kısa yolu, en yakın ciheti, en güzel ve en hafif sûreti ihtiyar etmiştir. Bu ihtiyar, kâinatta abesiyetin bulunmadığına delâlet eder. Bu ise ciddiyete delâlet eder. Ciddiyet ise, saadet-i ebediyenin gelmesiyle olur; yoksa bu varlık adem sayılır ve herşey abesiyete tahavvül eder. Halbuki abes ve israf gibi bâtıldan pâk ve münezzeh olduğunu şu kelâmiyle i’lam ve ta’lim eden Zât-ı Zülcelâl sözüne nasıl muhalefet eder?