Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl birşey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.
İşte bu misâl gibi.. herbir zîhayat, elbette zîhayat bir mâcundur ve herbir nebat, hayatdar bir tiryak gibidir ki; çok müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gâyet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkib edilmiştir. Eğer esbâba, anâsıra isnad edilse ve “esbâb îcad etti” denilse; aynen eczahânedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücûd bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhâl ve bâtıldır.
Elhâsıl: Şu eczahâne-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mîzan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşeye şâmil bir irâde ile vücûd bulabilir. “Kör, sağır, hududsuz, sel gibi akan küllî anâsır ve tabayi’ ve esbâbın işidir” diyen bedbaht, “O tiryâk-ı acib, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen divâne bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyâde ahmaktır. Evet o küfür; ahmakane, sarhoşane, divânece bir hezeyandır.
İkinci Muhâl: Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelâl’e verilmezse, belki esbâba isnad edilse lâzım gelir ki; âlemin pek çok anâsır ve esbâbı, herbir zîhayatın vücûdunda müdâhalesi bulunsun. Halbuki: Sinek gibi bir küçük mahlûkun vücûdunda, kemâl-i intizam ile gâyet hassas bir mîzan ve tamam bir ittifak ile, muhtelif ve birbirine zıd, mübâyin esbâbın içtimaı, o kadar zâhir bir muhâldir ki, sinek kanadı kadar şuuru bulunan, “Bu muhâldir, olamaz!” diyecektir.
Evet bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır ve esbâbı ile alâkadardır; belki bir hülâsasıdır. Eğer Kadîr-i Ezelî’ye verilmezse, o esbâb-ı maddiye onun vücûdu yanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir nümûnesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri îcab ediyor. Çünkü sebeb maddî ise, müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hüceyrecikte erkân-ı âlem ve anâsır ve tabayiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.
İşte, Sofestâînin en eblehleri dahi, böyle bir meslekten utanıyorlar.