Fakat hakîki medeniyet; nev-i insanın terakki ve tekemmülüne, ve mâhiyet-i nev’iyyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. Hem de ma’na-yı meşrûtiyete ibtilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asyanın ve Âlem-i İslâmın istikbâlde terakkisinin birinci kapısı, meşrûtiyet-i meşrûa ve Şeriât dâiresindeki hürriyettir!
Ve tâlih ve taht ve baht-ı İslâmın anahtarı da, meşrûtiyetteki şûrâdır. Zîra, şimdiye kadar üç yüz yetmiş milyon İslâm, ecânibin istibdâd-ı ma’nevîsi altında eziliyordu. Şimdi hâkimiyet-i İslâmiye; âlemde, bâhusus bundan sonra Asya’da hükümfermâ olduğu halde herbir ferd-i müslüman hâkimiyetin bir cüz-ü hakîkisine mâlik olur. Ve hürriyet, üç yüz yetmiş milyon İslâmı esaretten halâs etmeye bir çâre-i yegânedir. Farz-ı muhâl olarak burada yirmi milyon nüfus, te’sis-i hürriyette çok zarar-dîde olsalar da, feda olsunlar.. yirmiyi verir, üç yüzü alırız.
Yazık, eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar; hava gibi muhtelittir, su gibi memzuç olmamışlar. İnşâallah, elektrik-i hakâik-i İslâmiyetle imtizaç ederek, ziya-yı maârif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlid ederek, bir mizac-ı mûtedile-i adalet vücûda gelecektir!
Yaşasın meşrûtiyet-i meşrûa, sağ olsun hakîkat-ı Şeriâtın terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet!
İstibdâdın garîbüzzamanı
Meşrûtiyetin Bediüzzamanı
Şimdikinin de bid’atüzzamanı
SAİD NURSÎ
Bundan sonra; İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Batum yoliyle Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’de, Şeyh San’an Tepesine çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
— Niye böyle dikkat ediyorsun?
Bediüzzaman der:
— Medresemin plânını yapıyorum.
O der:
— Nerelisin?
Bediüzzaman: