Tarihçe-i Hayat | Altıncı Kısım - Emirdağ Hayatı | 480
(453-540)

Aziz Sıddık Kardeşlerim,

Hem, bunu kat’iyyen ilân ediyorum ki: Risâle-i Nur, Kur’ânın malıdır. Benim ne haddim var ki, sâhib olayım; tâ ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki, o Nurun kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherat dükkânının bir dellâlıyım. Benim karmakarışık vaziyetim ona sirayet edemez, ona dokunamaz.

Zaten Risâle-i Nur’un bize verdiği ders de, hakîkat-ı ihlâs ve terk-i enaniyet ve dâima kendini kusurlu bilmek ve hodfuruşluk etmemektir. Kendimizi değil, Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsini ehl-i îmana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize bildirene, fakat hakîkat olmak şartiyle, minnettar oluyoruz; Allah razı olsun deriz. Boynumuzda bir akreb bulunsa, ısırmadan atılsa nasıl memnun oluruz. Kusurumuzu, -fakat garaz ve inat olmamak şartıyle ve bid’alara ve dalâlete yardım etmemek kaydiyle- kabul edip minnettar oluyoruz.

Aziz kardeşlerim; Müdâfaatımda onlara cevaben demiştim ki: “Onlar, bana âid değil. Ve o kerâmetlere sâhip olmak benim haddim değil; belki Kur’ânın mu’cize-i ma’nevîyyesinin tereşşühatı ve lem’alarıdır ki; hakîki bir tefsiri olan Risâle-i Nur’da, kerâmetler şeklini alarak, şâkirdlerinin kuvve-i ma’nevîyelerini takviye etmek için, ikrâmât-ı İlâhîyye nev’indendir. İkramın izhârı, bir şükürdür; câizdir; hem makbuldür.”

Şimdi, ehemmiyetli bir sebebe binâen, bu cevabı bir parça îzah edeceğim ve “Ne için izhâr ediyorum.. ve ne için bu noktada bu kadar tahşidat yapıyorum...” diye suâl edildi.

Elcevab: Risâle-i Nur’un hizmet-i îmaniyede bu zamanda binler tahribatcılara mukabil yüz binler tâmiratçısı bulunmak lâzım gelirken; hem, benimle lâakal yüzer kâtib ve yardımcı bulunmasına ihtiyaç varken; değil çekinmek ve temas etmemek, belki, millet ve ehl-i idârenin, takdir ile ve teşvik ile yardım ve temas etmesi zarurî iken; ve o hizmet-i îmaniye hayat-ı bâkıyeye baktığı için, hayat-ı fâniyenin meşgalelerine ve fâidelerine tercih etmek ehl-i îmana vâcib iken, kendimi misâl alarak derim ki:

Beni, herşeyden ve temastan ve yardımcılardan men’etmek ile beraber aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaşlarımın kuvve-i ma’nevîyelerini kırmak; ve benden ve Risâle-i Nur’dan soğutmak; ve benim gibi ihtiyar, hasta, zaif, garib, kimsesiz bir biçâreye, binler adamın göreceği vazîfeyi başına yüklemek; ve bu tecrid ve tazyiklerden, maddî bir hastalık nev’inden insanlar ile temas ve ihtilâttan çekilmeğe mecbûr olmak; hem, o derece te’sirli bir tarzda halkları ürkütmek ki en ziyâde merbut görülen ba’zı dostları, bana selâm vermemek, hatta ba’zı namazı da terketmek derecesinde ürkütmekle kuvve-i ma’nevîyeyi kırmak cihetleriyle ve sebebleriyle, ihtiyarım haricinde,

Dinle
-