Eski zamanımı düşünüp güya tahammül etmeyeceğim. Halbuki, Risâle-i Nur’un selâmet ve intişârına halel gelmemek şartiyle, her gün bin ihânet ve tâzibler de gelse Allah’a şükrederim. Ben ehemmiyet vermediğim gibi, buradaki talebeler de hiç sarsılmıyorlar. Çoktan beri beklediğimiz bu hâdise de, inâyet-i İlâhîyye ile hafif geçti.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve duâ ediyoruz.
SAİD NURSÎ
İSTİYENLERİN DESÎSELERİNİ BEYÂN EDİP, ÖYLELERE
NE ŞEKİLDE CEVAP VERİLMESİ HAKKINDA
ÜSTADIN HÜLASALI BİR MEKTUBU
Aziz Sıddık Kardeşlerim;
Gâyet ehemmiyetli bir mes’eleyi (bundan evvel size icmalen beyân ettiğim mes’eleyi) tekrar size söylememe kuvvetli, ma’nevî bir ihtar aldım. Şöyle ki:
Perde altındaki düşmanımız münâfıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zâhirî dinsizliğe âlet edip, bize hücumları akîm kaldığı; ve Risâle-i Nur’un fütûhatına menfaati olan eski plânlarını bırakıp, daha münâfıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plân çevirdiklerine dâir buralarda emâreleri göründü. O plânların en mühim bir esası; has, sebatkâr kardeşlerimizi soğutmak, fütur vermek, mümkün ise Risâle-i Nur’dan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanları ve desîseleri isti’mal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, gül ve nur fabrikasının kahraman şâkirdleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzım ki dayanabilsin. Ba’zı da dost sûretinde hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. “Aman, aman! Said’e yanaşmayınız! Hükümet tâkib ediyor.” diye zaîfleri vazgeçirmeye çalışıyorlar.