Halik-ı Arz ve semavâtın Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve (Rab büssemavati Vel’ ard) ve (Müsahhir-üs-şemsi Velkamer) isimleri, Rahmet, Azamet, Rububiyet Burçlarında güneş gibi tulû ettiler. O karanlıklı, vahşetli, dehşetli âlemi öyle ışıklandırdılar ki, o halette benim îmânlı gözüme küre-i arz gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli, herkesin erzakı içinde bir seyahat gemisi ve tenezzüh ve keyf ve ticaret için müheyya edilmiş ve zîruhları güneşin etrafında, memleket-i Rabbaniyede gezdirmek ve yaz ve bahar ve güzün mahsûlâtını rızık isteyenlere getirmek için bir gemi, bir tayyare, bir şimendüfer hükmünde gördüm. Küre-i Arzın zerratı adedince “Elhamdülillâhi alâ nimetil îmân” dedim.
İşte buna kıyasen Risale-i Nur’da pekçok müvazenelerle ehl-i sefahet ve dalâlet, dünyada dahi bir mânevî Cehennem içinde azab çektiklerini ve ehl-i îmân ve salâhat, dünyada dahi bir mânevî Cennet içinde İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve îmânın tecelliyatiyle ve cilveleriyle mânevî Cennet lezzetleri tadabilirler, belki derece-i îmânlarına göre istifade edebilirler.
Fakat, bu fırtınalı zamanın, hissi iptal eden ve beşerin nazarını afâka dağıtan ve boğan cereyanlar iptal-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalâlet mânevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini tam takdir edemiyor.
Bu Asırda İkinci Dehşetli Hal:
Eski zamanda küfrü mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfrü inadîden gelen temerrüd bu zamana nisbeten pek azdı. Onun için eski İslâm muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanlarda tam kâfi olurdu. Küfrü meşkûkü çabuk izale ederlerdi.