[Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yûşa Tepesinde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız, istihare edeyim.” Sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübârek hâtıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhafaza edildi. Yirmi üçüncü Söz’ün âhirine ilhak edilmiştir. Makam münâsebetiyle buraya alındı.]
Beni dünyaya çağırma ..... Ona geldim fenâ gördüm.
Dema gaflet hicab oldu.... Ve nur-u Hak nihan gördüm.
Bütün eşyayı mevcudat... Birer fâni muzır gördüm.
Vücud desen onu giydim.. Ah! ademde çok belâ gördüm.
Hayat desen onu tattım.... Azab ender azab gördüm.
Akıl ayn-ı ikab oldu......... Bekayı bir belâ gördüm.
Ömür ayn-ı heva oldu...... Kemâl ayn-ı heba gördüm.
Amel ayn-ı riya oldu........ Emel ayn-ı elem gördüm.
Visâl, nefs-i zeval oldu...... Devâyı ayn-ı dâ’ gördüm.
Bu envar, zulümat oldu.... Bu ahbabı yetim gördüm.
Bu savtlar, na’y-ı mevt oldu..Bu ahyayı mevat gördüm.
Ulûm, evhama kalboldu.... Hikemde bin sekam gördüm.
Lezzet, ayn-ı elem oldu......Vücudda bin adem gördüm.
Habib desen onu buldum...Ah! Firakta çok elem gördüm.