İşte ey gafil insan! Bak Cenâb-ı Hakk’ın fazlına ve keremine! Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adalet olduğu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bâzan yetmiş, bâzan yedi yüz, bâzan yedi bin yazar. Hem şu nükteden anla ki, o müthiş Cehenneme girmek cezayı ameldir, ayn-ı adldir. Fakat Cennete girmek, mahz-ı fazıldır.
İKİNCİ NÜKTE: İnsanda iki vecih var: Birisi, enaniyet cihetinde şu hayat-ı dünyeviyeye nâzırdır. Diğeri, ubûdiyet cihetinde hayat-ı ebediyeye bakar. Evvelki vecih îtibariyle öyle bir bîçâre mahlûktur ki; sermayesi yalnız ihtiyardan bir şa’re (saç) gibi cüz’î bir cüz’-i ihtiyarî ve iktidardan zaif bir kesb ve hayattan çabuk söner bir şule ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik ve mevcudiyetten çabuk çürür küçük bir cisimdir. O hâliyle beraber kâinatın tabakatında serilmiş hadsiz envâın, hesabsız efradından nazik, zaif bir fert olarak bulunuyor.
İkinci vecih îtibariyle ve bilhassa ubûdiyete müteveccih acz ve fakr cihetinde pek büyük bir vüs’ati var. Pek büyük bir ehemmiyeti bulunuyor. Çünki: Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i mânevîyesinde nihayetsiz azim bir acz ve hadsiz cesim bir fakr dercetmiştir. Tâ ki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerîm bir zâtın hadsiz tecelliyâtına câmi geniş bir âyine olsun.
Evet insan bir çekirdeğe benzer. Nasılki o çekirdeğe kudretten mânevî ve ehemmiyetli cihazat ve kaderden ince ve kıymetli proğram verilmiş. Tâ ki, toprak altında çalışıp, tâ o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlıkından istidad lisanıyla bir ağaç olmasını iste yip, kendine lâyık bir kemâl bulsun. Eğer o çekirdek, sû-i mizacından dolayı ona verilen cihâzât-ı mânevîyeyi, toprak altında bâzı mevadd-ı muzırrayı celbine sarfetse; o dar yerde kısa bir zamanda fâidesiz tefessüh edip çürüyecektir.