İki tarafında iki mezar taşı dikilmiş. Merak ile dikkat ettim. O mezar taşında büyük harflerle “SAİD” ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden: “Eyvah!” dedim. Birden o han kapısında bana nasihat eden zâtın sesini işittim. Dedi:
_ “Aklın başına geldi mi?”
Dedim: “Evet geldi fakat kuvvet kalmadı; çare yok.”
Dedi: “Tevbe et, tevekkül et.”
Dedim: “Ettim!”
Ayıldım... Eski Said kaybolmuş. Yeni Said olarak kendimi gördüm.
İşte o vâkıa-i hayaliyeyi, Allah hayr etsin, biriki kısmını ben tâbir edeceğim. Sair cihetleri sen kendin tâbir et.
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ebedülâbâd tarafına bir yolculuktur. O altmış altın ise, altmış sene ömürdür ki; bu vâkıayı gördüğüm vakit kendimi kırk beş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok. Fakat bâki kalan on beşinden yarısını âhirete sarfetmek için Kur’ân-ı Hakîm’in hâlis bir tilmizi beni irşad etti. O han ise, benim için İstanbul imiş. O şimendifer ise, zamandır. Herbir yıl bir vagondur. O tünel ise, hayat-ı dünyeviyedir. O dikenli çiçekler ve meyveler ise, lezâiz-i nâmeşruadır ve lehviyat-ı muharremedir ki, mülâkat esnasında tasavvur-u zevaldeki elem, kalbi kanatıyor. Müfârakatında parçalıyor. Cezayı dahi çektiriyor. Şimendifer hademesi demişti: “Beş kuruş ver, onlardan istediğin kadar vereceğim.” Onun tâbiri şudur ki: İnsanın helâl sa’yiyle meşrû dairede gördüğü zevkler, lezzetler keyfine kâfidir. Harama girmeye ihtiyaç bırakmaz. Sair kısımları sen tâbir edebilirsin...