Îman ve Küfür | Dokuzuncu Mektub | 200
(200-203)
(Dokuzuncu Mektub’dan)

Sâlisen: Görüyorum ki: Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına daimî bir elmasın fiatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir. Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir; bâki umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedîd hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir sûrette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki:

Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır; veyahut o mecâzî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır aşk-ı mecâzî, aşk-ı hakikîye inkılâb eder.

İşte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecâzî, biri hakikî. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir sûrette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok.

Ses Yok