Îman ve Küfür | Lemeat | 258
(253-268)

O dehâ ile bu hüdâ menşe’leri ayrıdır: Hüdâ semâdan indi, dehâ zeminden çıktı. Hüdâ kalbde işliyor, dimağı da işletir.

Dehâ dimağda işler, kalbi de karıştırır. Hüdâ ruhu eder tenvir, taneleri sünbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.

İstîdad-ı kemâli birdenbire yol alır, nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber. Meleksîma ediyor insan-ı himmetperver.

Dehâ ise: Evvelâ nefse ve cisme bakıyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. İstidad-ı nefsânî neşvünema buluyor.

Ruhu eder hizmetkâr, taneleri kuruyor. Şeytanın simasını beşerde gösteriyor. Hüdâ, hayateyne saâdet veriyor, dâreyne ziyâ neşrediyor. İnsanı yükseltiyor.

Deccalmisal (*) dehâyı a’ver, bir dâr ile bir hayatı anlar, madde - perest olur ve dünya - perver . İnsanı yapar birer canavar.

Evet deha, sağır tabiate tapar. Kör kuvvete fermanber. Fakat, hüdâ şuurlu san’atı tanır, hikmetli kudrete bakar. Dehâ, zemine küfran perdesi çeker. Hüdâ, şükran nûrunu serper. Bu sırdandır: Dehâ, a’mâ-i asam, hüdâ, semî-i basîr. Dehânın nazarında, zemindeki ni’metler sahibsiz ganimettir.

Minnetsiz gasb ve sirkat, tabiattan koparmak canavarca his verir. Hüdânın nazarında; zeminin sinesinde kâinatın yüzünde.

Serpilmiş olan niam, rahmetin semeratı. Her ni’metin altında bir yed-i muhsin görür, şükran ile öptürür.

--------------------------------------
(*) Bunda da bir ince işaret var.

Ses Yok