Güya birer gülle bomba olmuşlar; yuvalardan çıkmışlar, hem etraf-ı fezada pek sür’atli geçerler, her nasılsa ki onlar bir birine dokunmaz.
Ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, eliyâzübillâh, şu âlem-i şehâdet ödü de patlayacak. Tesadüfe bağlıdır; bundan dahi hayır gelmez.
Me’yusâne nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete düştük. Başımız da eğildi, sînemizde saklandık, nefsimize bakarız. Mütalaa ederiz.
İşte işitiyoruz: Zavallı nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor. Binlerle fâkatlerin eninleri çıkıyor. Teselliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.
Ondan da hayır gelmedi. Pek ilticakârane vicdanımıza girdik; içine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah! Yine bulmayız; biz meded vermeliyiz.
Zîra onda görünür binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyat, kâinata uzanmış. Herbirinden titreriz, hiç yardım edemeyiz.
O âmâl sıkışmışlar vücud adem içinde; bir tarafı ezele, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. Öyle vüs’atları var; ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.
İşte bu elîm yolda nereye bir baş vurduk, onda bir belâ bulduk. Zira mağdub ve dâllîn yolları böyle olur. Tesadüf ve dalâlet, o yolda nazarendaz.
O nazarı biz taktık, bu hâle böyle düştük. Şimdi dahi halimiz ki mebde’ ve meadi, hem Sâni’ ve hem haşri muvakkat unutmuşuz.
Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir; ruhumuzu eziyor. Zira o şeş cihetten ki onlara baş vurduk. Öyle hâlet almışız.