Bu yeryüzü derecesinde geniş bu pencereye hangi perde-i gafleti atıp kapatabilirsin! Senin tesadüfün nerede, tabiat dediğin ve güvendiğin şuursuz yoldaşın ve dalâlette istinâdgâhın ve arkadaşın nerede! Bu işlere tesadüfün karışması yüz derece muhal değil mi! Ve şu harika işlerin binden birinin tabiata havalesi, bin derece muhal olmuyor mu!
Yoksa câmid, âciz tabiatın; herbir şeyin içinde o şeyden yapılan, eşya adedince ma’nevî makine ve matbaaları mı var!...
Yirmi İkinci Söz’de îzah edilen şu temsile bak ki: Nasıl mükemmel, muntazam, san’atlı, saray gibi bir eser, bildedahe muntazam bir fiile delâlet eder. Yâni bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure mükemmel bir fâile ve mâhir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedahe mükemmel bir sıfata, yâni san’at melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san’at, bilbedahe mükemmel bir isti’dâdın vücûduna delâlet eder. Ve mükemmel bir isti’dat ise, âlî bir ruh ve yüksek bir zâtın vücûduna delâlet eder.
Öyle de: Zemînin yüzünü, belki kâinatı dolduran müteceddit eserler, bilbedahe gâyet derece-i kemâlde bulunan ef’âli gösteriyor. Ve şu nihayet derecedeki intizam ve hikmet dâiresindeki ef’âl, bilbedahe ünvanları ve isimleri mükemmel olan bir fâili gösteriyor. Çünkü; muntazam, hakimane fiiller, fâilsiz olmadığı, kat’iyyen ma’lûm. Ve son derece mükemmel ünvanlar, o fâilin son derece kemâldeki sıfatlarına delâlet eder. Çünkü; fenn-i sarfça nasıl ism-i fâil, masdardan yapılır. Öyle de, ünvanların ve isimlerin dahi masdarları ve menşe’leri, sıfatlardır. Ve son derece-i kemâlde sıfatlar, şüphesiz son derece mükemmel olan şuûnat-ı zâtiyeye delâlet eder. Ve kabiliyet-i zâtiye (ta’bir edemediğimiz) o mükemmel şuûn-u zâtiye, bihakkalyakîn hadsiz derece-i kemâlde olan bir zâta delâlet eder.