İşte bütün âlemdeki âsârı san’at ve bütün mahlûkat, herbiri birer eseri mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile ve fiil ise isme; isim ise, vasfa ve vasıf ise şe’ne ve şe’n ise zâta şehâdet ettikleri için; masnuat adedince birtek Sâni-i Zülcelâl’in vücûbu vücûduna şehâdet ve Ehadiyyetine işâret ettikleri gibi; hey’eti mecmûası ile, silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mi’râcı mârifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir bürhanı hakîkattır.
Şimdi ey biçâre münkiri gafil! Silsile-i kâinat kadar kuvvetli şu bürhanı ne ile kırabilirsin! Şu masnuat adedince hakîkatın şuâını gösteren hadsiz delikli ve kafesli şu pencereyi ne ile kapatabilirsin! Hangi perde-i gafleti üstüne çekebilirsin!..
Sırrınca: Sâni-i Zülcelâl, semavâtın ecrâmına o kadar hikmetler, ma’nalar takmış ki: güya celâl ve cemâlini ifade etmek için semavâtı, Güneşler, aylar, yıldızlar, kelimeleriyle süslendirdiği gibi, cevvi semada dahi olan mevcûdâta öyle hikmetler ve ma’nalar ve maksadlar takmış ki: güya o cevvi semayı berkler, şimşekler, ra’dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor. Ve kemâli hikmet ve cemâli rahmetini ders veriyor. Ve nasıl zemîn kafasını, hayvânât ve nebâtât denilen ma’nidar kelimeleriyle söyleştirip kemâlâtı san’atını kâinata gösteriyor. Öyle de; o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi; yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemâli san’atını ve cemâli rahmetini i’lân ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi, tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup dekaikı san’atını ve kemâli Rubûbiyyetini ehli şuura ta’lim ediyor.
İşte bu hadsiz kelimatı tesbihiyye içinde yalnız tek bir sünbül ve tek bir çiçeğin tarzı ifadesine kulak verip dinliyeceğiz. Nasıl şehâdet eder, bileceğiz.
Evet herbir nebat, herbir ağaç, pekçok lîsan ile Sâni’lerini öyle gösteriyorlar ki; ehli dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara “Sübhanallah! Ne kadar güzel şehâdet ediyor!” dedirtirler.