sırrınca; hayattar bu zemîn, bir baharda Sania şehâdet ettiği gibi; onun ölmesiyle, zamanın geçmiş ve gelecek iki kanadına dizilmiş mu’cizat-ı kudretine nazarı çeviriyor. Bir bahar yerine binler baharı gösteriyor. Bir mu’cize yerine binler mu’cizat-ı kudretine işâret eder. Ve onlardan her bahar, şu hazır bahardan daha kat’i şehâdet eder.
Çünkü mâzi tarafına geçenler zâhirî esbâblariyle beraber gitmişler; arkalarında, yine kendileri gibi başkalar yerlerine gelmişler.
Demek esbâb-ı zâhiriyye hiçtir. Yalnız bir Kadîr-i Zülcelâl, onları halkedip, hikmetiyle esbâba bağlıyarak gönderdiğini gösteriyor. Ve gelecek zamanda dizilmiş hayattar olan zemîn yüzleri ise, daha parlak şehâdet eder. Çünkü: Yeniden, yoktan, hiçten yapılıp gönderilecek yere konup vazife gördürüp sonra gönderilecekler.
İşte ey tabiata saplanan ve bataklıkda boğulmak derecesine gelen gafil! Bütün mâzi ve müstakbele ulaşacak hikmetli ve kudretli ma’nevî el sâhibi olmıyan birşey, nasıl bu zemînin hayatına karışabilir! Senin gibi hiç ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi? Kurtulmak istersen “Tabiat, olsa olsa bir defter-i Kudret-i İlâhîyyedir. Tesadüf ise, cehlimizi örten gizli bir hikmet-i İlâhîyyenin perdesidir.” de, hakîkate yanaş.
Nasılki, madrup, elbette dâribe delâlet eder. San’atlı bir eser, san’atkarı îcab eder. Veled, vâlidi iktiza eder; tahtiyyet, fevkıyyeti istilzam eder ve hâkezâ..
Bütün umûr-u izafiye tâbir ettikleri biri birisiz olmıyan evsâfı nisbiyye misillü şu kâinatın cüz’iyyatında ve hey’et-i umûmîyesinde görünen imkan dahi, vücûbu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlûkıyyet, Hâlıkıyyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkib, vahdeti istilzam eder. Ve vücûb ve fiil ve Hâlikıyyet ve vahdet, bilbedâhe ve bizzarure; mümkin, münfail, kesir, mürekkeb, mâhlûk olmıyan, vâcib ve fâil, vâhid ve hâlık olan mevsuflarını ister.