Siracınnûr | Otuzüçüncü Söz | 159
(131-171)

Hem, mahlûkatın en hassas ve nurânî tâifesi olan ehl-i keşf ve velâyetin ittifakıyla, zevk ve şuhuda istinâd ederek: Bir Cemîl-i Zülcelâl’in cilvesine, tecellisine mazhar olduklarını ve o Celîl-i Zülcemâl’in ( kendini) tanıttırılmasına ve sevdirilmesine zevk ile muttali olduklarını, müttefikan haber vermeleri, yine bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un, bir Cemil-i Zülcelâlin vücüduna ve insanlara kendini tanıttırmasına kat’iyyen şehâdet eder.

Hem kâinat yüzünde ve mevcûdât üstünde işliyen kalem-i tahsin ve tezyin; o kalem sâhibi zâtın esmâsının güzelliğini vâzıhan gösteriyor.

İşte kâinat yüzündeki cemal ve kalbindeki aşk ve sinesindeki incizab ve gözlerindeki keşf ve şühud ve hey’âtındaki hüsün ve tezyinat; pek lâtif nurânî bir pencere açar. Onun ile, bütün esması cemîle bir Cemil-i Zülcelâl’i ve bir mahbub-u Lâyezâlî’yi ve bir ma’bûd-u Lemyezeli, hüşyar olan akıl ve kalblere gösterir.

İşte ey maddiyat karanlığında, evham zulümatında boğucu şübehat içinde çırpınan gafil! Kendine gel. İnsaniyete layık bir sûrette yüksel. Şu dört delik ile bak cemâl-i vahdeti gör, kemâl-i îmanı kazan, hakîki insan ol!..

YİRMİ YEDİNCİ PENCERE

Kâinatta, “esbâb ve müsebbebat” görünen eşyaya bakıyoruz, ve görüyoruz ki: En âlâ bir sebep, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbâb bir perdedir. Müsebbebleri yapan başkadır. Meselâ; hadsiz masnûattan yalnız cüz’i bir misâl olarak insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hâfızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki: Öyle bir câmi’ kitap belki kütüphâne hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor.

Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir! Telâfif-i dimağiyye mi? Basit şuursuz hüceyrat zerreleri mi! Tesadüf rüzgârları mı! Halbuki o mu’cize-i san’at, öyle bir zâtın sanatı olabilir ki; beşerin Haşirde neşredilecek büyük defter-i a’mâlinden muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük sened istinsah edip, yazıp aklının eline verecek bir Sâni-i Hakîm’in san’atı olabilir.

Ses Yok