Siracınnûr | Otuzüçüncü Söz | 161
(131-171)

Elhasıl: Sebep, gâyet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gâyet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder.

Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, câhil ve câmid olan esbâbı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîm’in eline teslim eder.

Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve meharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek istiyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni-i Hakime işâret eder.

Ey esbâb-perest biçâre! Bu üç mühim hakîkatı ne ile îzah edebilirsin? Sen nasıl kendini kandırabilirsin? Aklın varsa, esbâb perdesini yırt “ ”de, hadsiz evhamdan kurtul.

YİRMİ SEKİZİNCİ PENCERE

Şu kâinata bakıyoruz, görüyoruz ki: hüceyrat-ı bedenden tut, tâ mecmu-u âleme şâmil bir hikmet ve tanzim var. Hüceyrat-ı bedene bakıyoruz, görüyoruz ki: Mesâlih-i bedeni gören ve idare eden birisinin emriyle, kanuniyle o küçücük hüceyrelerde ehemmiyetli bir tedbir var. Mideye, nasıl bir kısım rızk, içyağı sûretinde iddihar olunup vakt-i hâcette sarfedilir. Aynen o küçücük hüceyrelerde de, o tasarruf ve iddihar var.

Nebâtâta bakıyoruz, gâyet hakimane bir terbiye, bir tedbir görünüyor. Hayvânâta bakıyoruz; nihayet derecede kerîmane bir terbiye ve iaşe görüyoruz. Kâinatın erkân-ı azîmesine bakıyoruz; mühim gayeler için haşmetkârane bir tedvir ve tenvir görüyoruz.

Âlemin mecmuuna bakıyoruz; muntazam bir memleket, bir şehir bir saray hükmünde âlî hikmetler, gali gayeler için mükemmel bir tanzîmat görüyoruz.

(Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfında îzah ve isbat edildiği üzere) bir zerreden tut, tâ yıldızlara kadar zerre mikdar şirke yer bırakmıyor. Öyle birbirlerine ma’nen münâsebetdardırlar ki; bütün yıldızları musahhar etmiyen ve elinde tutmıyan, bir zerreye Rubûbiyyetini dinlettiremez.

Ses Yok