Siracınnûr | Otuzüçüncü Söz | 164
(131-171)

Demek Ulûhiyyet ve Rubûbiyyetin en kat’i ve dâimî lâzımı; vahdet ve infirattır. Buna bir bürhan-ı bâhir ve şâhid-i kat’i, kâinattaki intizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmeldir. Sinek kanadından tut, tâ semavât kandillerine kadar öyle bir nizam var ki; akıl onun karşısında hayretinden ve istihsanından “Sübhânallah, Mâşâallah, Bârekâllah” der, secde eder. Eğer zerre miktar şerike yer bulunsa idi, müdahalesi olsa idi,

âyet-i kerîmesinin delâletiyle: Nizam bozulacaktı, sûret değişecekti, fesadın âsârı görünecekti. Halbuki:

delâletiyle ve şu ifade ile nazar-ı beşer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa, hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak menzili olan göze gelip, onu gönderen münekkid akla diyecek: “Beyhûde yoruldum, kusur yok” demesiyle gösteriyor ki: Nizam ve intizam, gâyet mükemmeldir. Demek intizam-ı kâinat, Vahdâniyyetin kat’i şâhididir.

Gel gelelim “Hudûs”a. Mütekellimîn demişler ki:

“Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hâdistir. Herbir hâdisin, bir muhdisi, yâni mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kâdim bir mûcidi var.”

Biz de deriz ki: Evet kainat hâdistir. Çünkü görüyoruz: Her asırda, belki her senede, belki her mevsimde bir kâinat, bir âlem gider, biri gelir. Demek bir Kadîr-i Zülcelâl var ki, bu kâinatı hiçten îcad ederek her senede belki her mevsimde, belki her günde birisini îcad eder , ehl-i şuûra gösterir ve sonra onu alır, başkasını getirir. Birbiri arkasına takıp zincirleme bir sûrette zamanın şeridine asıyor. Elbette bu âlem gibi birer kâinatı müteceddide hükmünde olan her baharda gözümüzün önünde hiçten gelen ve giden kâinatları îcad eden bir Zâtı Kadîr’in mu’cizat-ı kudretidirler. Elbette âlem içinde her vakit âlemleri halkedip değiştiren zât, mutlaka, şu âlemi dahi o halketmiştir. Ve şu âlemi ve rûy-i zemîni, o büyük misafirlere misafirhâne yapmıştır.

Ses Yok