Siracınnûr | Otuzüçüncü Söz | 163
(131-171)

İşte herbir şey, öyle bir pencere-i tevhiddir ki, bütün eşyayı bir Vâhid-i Ehad’e mal eder. Demek herbir şeyde, husûsan zîhayatlarda öyle hârika bir nakış , öyle mucizekâr bir san’at var ki: Onu öyle yapan ve öyle ma’nidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir ve bütün eşyayı yapan, elbette O olacaktır.

Demek bütün eşyayı yapamıyan, birtek şey’i îcad edemez.

İşte ey gafil! Şu kâinatın yüzüne bak ki: Birbiri içinde hadsiz mektûbât-ı Samedaniyye hükmünde olan sahâif-i mevcûdât ve herbir mektup üstünde hadsiz sikke-i tevhid mühürleriyle temhir edilmiş bütün bu mühürlerin şehâdetlerini kim tekzib edebilir! Hangi kuvvet onları susturabilir Kalb kulağı ile hangisini dinlesen


dediğini işitirsin.
OTUZUNCU PENCERE

Şu pencere, imkân ve hudûsa müesses umum mütekellimînin penceresidir. Ve isbat-ı Vâcibü’l-Vücûd’a karşı caddeleridir. Bunun tafsilatını, “Şerhü’l-Mevâkıf” ve “Şerhü’l-Makâsıd” gibi muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek, yalnız Kur’ânın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir iki şuâı göstereceğiz. Şöyle ki:

Âmiriyyet ve hâkimiyetin muktezâsı: Rakîb kabul etmemektir iştiraki reddetmektir; müdaheleyi ref’etmektir... Onun içindir ki; küçük bir köyde iki muhtar bulunsa, köyün rahatını ve nizamını bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilâyette iki vâli bulunsa, hercümerc ederler. Bir memlekette iki pâdişâh bulunsa, fırtınalı bir karmakarışıklığa sebebiyet verirler.

Mâdem hâkimiyyet ve âmiriyyetin gölgesinin zaîf bir gölgesi ve cüz’î bir numunesi, muavenete muhtaç âciz insanlarda böyle rakîb ve zıddı ve emsâlinin müdahelesini kabûl etmezse; acaba saltanatı mutlaka sûretindeki hâkimiyyet ve rubûbiyyet derecesindeki âmiriyyet, bir Kâdir-i Mutlak’ta ne derece o redd-i müdahale kanunu ne kadar esaslı bir sûrette hükmünü icra ettiğini kıyas et.

Ses Yok