Şu pencere insan penceresidir ve enfüsîdir. Ve enfüsî cihetinde şu pencerenin tafsilâtını binler muhakkikîn-i evliyânın mufassal kitaplarına havale ederek yalnız feyz-i Kur’ândan aldığımız birkaç esasa işâret ederiz. Şöyle ki:
On Birinci Söz’de beyan edildiği gibi: “İnsan, öyle bir nüsha-i câmiadır ki: Cenâb-ı Hak, bütün esmâsını, insanin nefsi ile insana ihsas ediyor.” Tafsilâtını başka sözlere havale edip yalnız üç noktayı göstereceğiz.
Birinci Nokta: İnsan üç cihetle Esmâ-i İlâhîyyeye bir âyinedir.
Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtiyle, naks ve kusuru ile, bir kadîr-i Zülcelâlin, kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ, Pekçok evsâf-ı İlâhîyyeye bu sûretle âyinedarlık ediyor. Hatta hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz âdasına karşı bir nokta-i istinâd aramakla, vicdan dâima Vâcibü’l-Vücûd’a bakar.
Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksatlara karşı bir nokta-i istimdât aramağa mecbûr olduğundan, vicdan dâima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm’in dergâhına dayanır; duâ ile el açar.
Demek her vicdanda şu nokta-i istinat ve nokta-i istimdât cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in bârigâhı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.
İkinci vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen nümûneler nev’inden cüz’i ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyyet, hâkimiyyet gibi cüz’iyyat ile kâinat Mâlikinin İlmine ve Kudretine, Basarına, Sem’ine, Hâkimiyet-i Rubûbiyyetine âyinadarlık eder. onları anlar, bildirir. Meselâ: “ Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum.