Henüz memleketlerinin hapishânelerinde bulunan kardeşlerimizden Kastamonudan Mehmet Feyzi ve Sâdık ve Emin ve İnebolu’dan Ahmet Nazif, Denizli Hapishânesine sevk edildiklerinde, şu ma’lûmatı verdiler:
Zelzele tam gece saat sekizde başladı. Bütün arkadaşlar i143 zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hâtırımıza geldi, aşkla ve bir ma’nevî saikle, üç beş def’a Risâle-i Nur’u şefaatçi ederek, Cenâb-ı Hak’tan hâlâs istedik. Elhamdülillâh derhal sâkin oldu.
Kastamonu ise; o gece kal’adan kopan çok büyük bir taş aşağı yuvarlanarak bir hâneyi ezmiş, tekrar kalkarak bitişiğindeki hânenin üzerinden aşmış, diğer bir hânenin üzerine düşerek onu da ezmiş. Çok hânelerde yarıklar çıkıklıklar olmuş. Birkaç ev çökmüş, hükümet binası ile halk evi yarılmış. Daha bunlar gibi hasârat ve zaiyat olmuş.
Fakat zelzele hergün olmak sûretiyle bir müddet devam etmiş. Tosya’da bin beş yüz ev harab olmuş. Ölü ve yaralı miktarı çok fazlaymış. Kargı, Osmancık tamamen, Lâdik ve sâir mahallerde zayiat fazla miktardaymış. İnebolu’da bir minarenin alemi eğrilmiş, ufak tefek çatlaklıklar olmuş, hasarat ve zayiat olmamış.
Üçüncü olan bu hareket-i arzdan sonra, yine Risâle-i Nur’a ve talebelerine ve müellifine hücum eden ehl-i garazın sözünü dinleyen adliye, aynı tarzda bizi sıkmakta devam ediyordu. Zındıka taraftarları mübârek üstadımızın ihbarı olan ve Risâle-i Nur’un büyük kerâmetlerinden olup, zelzele ile gelen beliyyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardı.
Risâle-i Nur’un İlâhî ve Kur’ânî hakîkatlarına karşı cephe alan bu zümre-i münâfıkînin başına bir dördüncü tokat daha geldi. Garibi şu ki, biz şubatın üçüncü günü mahkemeye çağrılmıştık. Izdırap ve elemler içinde yüreklerimizi ağlatan hastalıklı haliyle, kendisinden sorulan suallere cevap vermek için, altmış beş kadar talebesinin önünde ayağa kalkan o mübârek Üstadımızın cevapları arasında, (O zındıkların dünyaları başlarını yesin ve yiyecek.) kelimeleri tekrar tekrar heyet-i hâkimenin yüzlerine karşı ağzından dökülüyordu.