Birkaç def’ada mahkemeye gidip geldikten sonra 7 şubat 1944 tarihli İstanbul’da münteşir, Hemşehri isminde bir gazete elime geçti. Gazete okumaya ve radyo dinlemeye hevesli olmadığım halde, yirminci asrın medenileriyiz diyerek, bugünkü terakkiyat-ı beşeriyeyi kendilerinden bilen, Allah’ı unutan, ahirete inanmayan insanların başlarına Cenâb-ı Hakk’ın motorlu vasıtalar eliyle, nasıl ateşler yağdırdığını, o münkirlerin dünkü Cennet hayatlarının, bugünde Cehennemî hâlât içinde nasıl geçmekte olduğunu bilmek ve Risâle-i Nur’un bereketiyle, Anadolu’yu bu dehşetli ateş yağmurundan nasıl muhafaza etmekte olduğunu görmek ve şükür etmek hâletinden gelen bir merak ile ba’zı bu gibi havadisleri sorardım ve dinlerdim. İşte bu gazetenin de harp boğuşmalarına âid resimlerine bakıyordum. Nazarıma çarpan büyük yazı ile yazılmış bir sütunda, Anadolu’nun yirmi bir vilâyetini sarsan ve şubatın birinci gününün gecesinde, sabaha karşı herkes uykuda iken vukua gelen ve pek çok zayiata mâl olan dehşetli bir zelzeleyi haber veriyordu.
Derhal şubatın üçünde mahkemede, sevgili üstadımızın hey’et-i hâkimeye “Zındıkların dünyaları başlarını yesin ve yiyecek.” diye, tekrar tekrar söylediği sözleri hatırladım, eyvah dedim. “Risâle-i Nur, ıslah eder, ifsad etmez. Îmar eder, harap etmez. Mes’ud eder, perîşan etmez.” diye söylerken aksiyle karşılayarak, bizi ve Risâle-i Nur’u itham etmek. Hâlıkın hoşuna gitmiyor, dedim.
İşte merkezi Gerede, Bolu, Düzce olan bu kanlı zelzele, Risâle-i Nur’un dördüncü bir kerâmeti idi. Bu gazete şu ma’lûmatı veriyor: Ankara, Bolu, Zonguldak, Çankırı ve İzmit vilayetlerinde fazla kayıplar varmış. Gerede’de iki bin ev yıkılmış, yıkılmayan evler de oturulmayacak derecede harab olmuş. Binden fazla ölü varmış. Düzce’de zarar çokmuş, ölü ve yaralıların miktarı belli değilmiş. Ankara’da yüz üç ölü ve bir o kadar da yaralı varmış. Bine yakın ev yıkılmış. Debbağhânede iki ev çökmüş, ba’zı köylerde sarsıntıyı müteâkib yangınlar olmuş.
İlk sarsıntı çok kuvvetli olmuş, sarsıntıyı yeraltından gelen bir takım gürültüler tâkib etmiş. Bolu’dan ve diğer yerlerin köylerinden bir hafta geçtiği halde henüz malûmat alınamıyormuş.