Belki benim pekçok kusurlarımla beraber Risâle-i Nur ile îman hizmetinde çalışmamıza bir ikrâm-ı İlâhî ve o hizmetin makbuliyetine dâir bir emâre göstermek ve “Ne ile yaşıyor, nasıl geçiniyor?” diyenlere karşı da, bereket-i İlâhîye, bu hizmetimizi dünya maişetine âlet etmeye mecbûr etmiyor demektir.
Hem bu yazdığımız hakîkatlar benim fikrim, malım değil. Belki herkesin kalbinin bir köşesinde bulunan bir lümme-i şeytanî ve vesveseci bulunduğu gibi, bir lümme-i ilham ve meleki bulunduğuna, ehl-i hakîkat ve diyanetin hükümlerine binâen, kalbimde dahi herkes gibi, ba’zan ihtiyarım haricinde ve fikrimin fevkinde hatırıma bir hakîkat hutur eder. Yâni Kur’ân’dan ve ma’nevî bir canibden bir nevi ilham hükmünde, bir güzel nükte ifham edilir demektir.
Ve hiç hatırıma gelmiyor ki, Yeni Said zamanında ve nefsin şerrinden ve benliğinden çok korkan ve belâsını çeken şahsıma, böyle bir mevki’ verdiğimi veya vermek istediğimi tahattur etmiyorum.
Belki Risâle-i Nur’da isbat edilmiş ki: Bu zaman cemâat zamanıdır. Şahs-ı ma’nevî hükmeder. Eski zamanda dalâlet bir şahıstan geldiği cihetle, karşısına bir dâhi-i hidayet çıkardı. Şimdi ise cemâat şeklinde bir şahs-ı ma’nevî olmasından, onun karşısında ancak bir şahs-ı ma’nevî mukabele edebilir.
Yalnız eskiden beri ehl-i hakîkat mabeyninde câri ve üstadına karşı fart-ı muhabbetten gelen fevkalhad hüsn-ü zanları tadil etmek ve ni’met-i İlâhîyeye karşı küfran ve inkâr etmemek niyetiyle, müceddidlik vazifesi olabilir. Fakat benim değil Risâle-i Nur’undur. Belki bu zamana bakan, Kur’ân’ın bir cilve-i hakîkatıdır. Risâle-i Nur onu temsil eder. Ben neci oluyorum ki, kendime da’va edeyim.
Dördüncü Sehiv: Isparta’ya yağmur yağdırması, yazı bahara çevirmesi kerâmetidir. Şâkirdleri tarafından denilmiş.
Elcevap: Yağdırmak, çevirmek değil, belki Risâle-i Nur bereketiyle yağdı ve döndü denilmiş,.
Said Nursî