âyetinin sırriyle bin sene hâkimane ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var. Yâni ancak beş yüz sene kadar hâkimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder.
Allahu a’lem, bu rivâyet kıyametten haber vermek değil, belki İslâmiyetin galibane hâkimiyetinden ve hilafetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakîkat ve bir mu’cize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış. Çünkü Hilâfet-i Abbasiye’nin âhirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beş yüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetin hey’et-i mecmûası ise istikameti kaybetmediğinden Hilafet-i Osmaniye imdada gelip bin üç yüz sene kadar hâkimiyeti devam ettirmiş. Sonra Osmanlı siyasiyyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak (hilâfetle) beş yüz sene yaşayabilmiş. Bu hadîsin mu’cizane ihbarını, Hilafet-i Osmaniye kendi vefatiyle tasdik etmiş. Bu hadîsi başka risâlelerde dahi bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz.
ON DOKUZUNCU MES’ELE: Rivâyetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve Âl-i Beyt-i Nebevî’den Hazret-i Mehdi’nin (Radıyallahü Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hatta bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velâyet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.
Allahu a’lem bissavab, bu ayrı ayrı rivâyetlerin bir te’vili şudur ki: Büyük Mehdi’nin çok vazifeleri var. Ve siyâset âleminde, diyânet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi, herbir asır me’yusiyet vaktinde, kuvve-i ma’nevîyesini te’yid edecek bir nevi Mehdi’ye veyahut Mehdi’nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimâline muhtaç olduğundan; rahmet-i ilâhîyye ile her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi, Âl-i Beyt’ten çıkmış, ceddinin şerîatını muhafaza ve sünnetini ihyâ etmiş. Meselâ: Siyaset âleminde Mehdi-i Abbasî ve diyânet âleminde Gavs-ı A’zam ve Şah-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve on iki imam gibi Büyük Mehdi’nin bir kısım vazifelerini icra eden zâtlar dahi, Mehdi hakkında gelen rivâyetlerde -medâr-ı nazar-ı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm- olduğundan rivâyetler ihtilaf ederek, bir kısım ehl-i hakîkat demiş: “Eskide çıkmış.” Her ne ise... Bu mes’ele Risâle-i Nur’da beyân edildiğinden, onu ona havâle ile burada bu kadar deriz ki: