Risâle-i Nur ism-i Hakîm ve ism-i Rahîm’in mazharı olduğundan, “Risâle-i Nur”un birçok yerlerinde, hakîkat-ı rahmetin nükteleri ve cilveleri îzah ve isbat edildiğinden, burada bu katre ile o bahre işâret edip o pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.
Seyyahımızın üçüncü menzilde müşâhede ettiği
ÜÇÜNCÜ HAKÎKAT: “Müdebbiriyet ve idare hakîkatı”dır. Yâni, gâyet dehşetli ve sür’atli ecram-ı semâviyeyi ve gâyet istilâcı ve karıştırıcı unsurları ve gâyet ihtiyaçlı, za’fiyetli mahlûkat-ı arziyeyi kemâl-i intizam ve muvâzene ile idare etmek, birbirlerine muavenetdar yapmak ve imtizackârane idâre etmek ve tedbirlerini görmek ve bu koca âlemi bir mükemmel memleket, bir muhteşem şehir, bir müzeyyen saray gibi yapmak hakîkatıdır.
İşte bu Cebbârâne ve Rahmanane idârenin büyük dâirelerini bırakıp yalnız, baharda, zemin yüzünde cereyan eden o idarenin birtek sahife ve safhasını, Risâlet-ün Nur Onuncu Söz gibi mühim risâlelerinde îzah ve isbat etmesine binâen, kısa bir sûretini bir temsil ile göstereceğiz; şöyle ki:
Meselâ ve faraza; hârika ve cihangir bir zât, dörtyüz bin ayrı ayrı milletlerden, taifelerden bir ordu teşkil etse, her milletin ve her taifenin neferlerine âid elbiselerini, hem silâhlarını, hem yemeklerini, hem ta’limat, hem terhisatlarını, hem hidematlarını, birbirinden ayrı ayrı, hem çeşit çeşit olarak, bütün o muhtelif cihâzâtı noksansız, kusursuz, yanlışsız, hatasız, vakti vaktine, gecikmeden, karıştırmadan kemâl-i intizamla ve gâyet mükemmel bir tarzda o mu’cizatlı kumandan verse; elbette o gâyet geniş ve karışık ve ince ve muvâzeneli ve kesretli ve adaletli idareye, o hârika kumandanın fevkalâde kudretinden başka hiçbir sebeb elini uzatamaz. Eğer uzatsa, muvâzeneyi bozar ve karıştırır.
Aynen öyle de, gözümüzle görüyoruz ki; bir dest-i gaybî her baharda dört yüz bin muhtelif nevilerden mürekkeb bir muhteşem orduyu îcad edip idâre ediyor. Kıyâmete nümûne olan güz mevsiminde, o dört yüz binden üç yüz bin nebâtî ve hayvânî nev’ilerini vefatlar sûretinde ve mevtler nâmında terhis edip vazifelerinden paydos ediyor.