Şualar | OnDördüncü Şuâ | 439
(384-508)

Sâniyen: Şimdiye kadar zâhiren bizim şahıslarımızla ve cemiyet ve tarîkat ve cüz’î ba’zı husûsi mektublar ile bizimle meşgul oluyordular. Şimdi Sirâcınnûr, Hücumat-ı Sitte’nin müsaderesiyle ve ehl-i vukufun Nurlara nazarı çevirmeleriyle ve gizli düşmanlarımızın desîseleriyle bu vatanın bir medâr-ı rahatı olan Risâle-i Nur’a bir nevi hücum olmasından; şimdiye kadar çok def’a olduğu gibi, aynen bu memlekete bu hücumun aynı zamanında hem iki şiddetli zelzele -ki ben o bahsi yazarken- geldi. Beni tasdik edip, “yazıya lüzum yok” dedi. Ben de daha yazmadım. Bugün de işittim ki, harb korkusu başlamış. Ben de buranın âmirine dedim: Şimdiye kadar ne vakit Nurlara hücum edilse, ya zemin hiddet eder veya harb korkusu başlar. Tesadüf ihtimâli kalmayacak derecede çok hâdiseleri gördük ve mahkemelere dahi gösterildi. Demek bugünlerde, bilmediğim halde Nurlar hakkında şiddetli telaşım ve ehl-i vukufun hasudane tenkidleri ve Nur’un bir mühim mecmûasının müsaderesi, sadaka-i makbule mahiyetinde musîbetlerin def’ine bir vesile olan Sirâcınnûr tesettür perdesinin altına girdi, zelzele ve harb korkusu başladı.

Said Nursî


* * *


Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Merak etmeyiniz, biz inâyet altındayız. Zâhiren zahmetler altında rahmetler var. Ehl-i vukufu mecbûr etmişler ki, bir parçasını çürütsünler. Elbette onların kalbleri “Nurcu” olmuş.

Said Nursî


* * *
Ses Yok