Sayın Hâkimler!
Bize isnad edilen suç hem yersizdir, hem de dünyaya aittir, siyasîdir. Halbuki; siyaset yapacak insanlar olup olmadığımızı zâten ilk bakışta siz muhterem hâkimler çoktan anlamışsınız. Esasen bu soğuk ve yabancı isnad, eğer faraza yüzde yüz tahakkuk edeceğini yüzlerce salâhiyetli kimseler te’min etseler; benim de aklım şimdikinden yüz def’a fazla olsa, Risâle-i Nur’un ve onun çok muhterem müellifinin bende bıraktığı ma’nevî intibâ ile bütün mevcûdiyetimle bu geçici ve tükenici siyasî lezzet ve maceradan kaçıp âhirete îman ve Cehennem’den kurtulmak yolunda sarfederim. Gerek Risâle-i Nur’un kıymetli müellifine hürmetimiz ve bağlılığımız ve gerekse Risâle-i Nur’un okunması, yazılması ve Nur talebeleriyle muhabere ve münâsebetimiz, -Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin ve Yüksek Yargıtay’ın da tasdiki ile- doğrudan doğruya uhrevîdir. Öyle ki: Risâle-i Nur’dan aldığımız fikirle, bu nurlu varlıkları hiçbir sûretle dünyevî ve maddî kıymetlere değişmeyiz. Bu bizde bir îman hâlinde, ölünceye kadar yaşayacaktır.
Muhterem Hey’et-i Hâkime!
Mâdem ki, böyle dehşetli bir isnad ile burada toplanmış bulunuyoruz. Öyle ise şu ehemmiyetli hakîkatı beyân etmek, benim için memleket ve vicdan borcu olmuştur. Yalnız kendi muhitimde Risâle-i Nur’un gösterdiği fevkalâde ıslahat ile bütün halkın gözü önünde şu on seneyi mütecaviz bir zamanda başta kendim olmak üzere birçok kimseler var ki, evlerinin yollarını öğrenmişler. Süflî gidişatları âile saadetine dönmüş. Şimdi anaları babaları, sebeb olanlara duâ ediyorlar. Vilâyetimiz dahil ve civarlarında bu kabilden daha birçoklarının hallerini dinleyiniz. Bahusus Denizli Hapishânesinde, Risâle-i Nur oraya girmesiyle mahbuslar üzerinde öyle bir hüsn-ü te’sir yapmıştı ki; halen bu te’sir dillerde gezmektedir.