Bu âyet Risâle-i Nur tercümanı olan Said’i ünvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:
Mevtin muammasını ve tılsımını Risâle-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i îmana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakîkat keşfedip isbat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyane hayat-âlûd muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibane mukabele eder.
sırrına mazhar olan ehl-i ilhad, gayr-ı meşru müştehiyatının ibahesiyle süslendirmesine mukabil, Risâle-i Nur, mevti o aldatıcı, fâni hayata karşı çıkarıp lezzet ve zînetini zîr ü zeber eder. Ve der ve isbat eder ki: “Mevt ehl-i dalâlet için i’dam-ı ebedîdir ve o dehşetli darağacından kurtaran ve mevti mübârek bir terhis tezkeresine çeviren yalnız Kur’ân ve îmandır. İşte bunun içindir ki, bu hakîkat-ı muazzama-i mevtiye Risâle-i Nur’da gâyet mühim ve geniş bir mevki almış; hatta ekser hücumunda mevti elinde tutup ehl-i dalâletin başına vurur, aklını başına getirmeye çalışır.
İkincisi: Ehl-i tarîkatın ve bilhassa Nakşîlerin dört esasından biri ve en müessiri olan rabıta-i mevt Eski Said’i, Yeni Said’e (R.A.) çevirmiş ve dâima hareket-i fikriyede Yeni Said’e yoldaş olmuş. Başta İhtiyarlar Risâlesi olarak, risâlelerde o rabıta keşfiyatı göstere göstere tâ ehl-i îman hakkında mevtin nurânî ve hayatdar ve güzel hakîkatını görüp gösterdi.
Üçüncüsü: Bu âyet cifir ve ebced hesabıyla her tarafta Said’e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevâfuk eder. Demek âyetteki kelimesinin efradından medâr-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi adedine tam tevâfukla husûsi işârete mazhar bir mâsadak “Said-ün Nursî”dir.