Evet harb-i umûmî neticelerinden, hem âlem-i insaniyet, hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev’-i insanın, husûsan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınaya ve paraya istinâd ederek fir’avunâne bir tuğyâna girdiklerinden, o husûsi insanlar nev-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umûmîsiyle ta’bir edilmiş. Eğer
deki şeddeli ن bir ن sayılsa, bin iki yüz doksan dört (1294) eder ki Risâlet-ün Nur müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i velâdetinin birinci senesidir. Eğer şeddeli ل iki ل ve ن bir sayılsa, o vakit bin üç yüz yirmi dörtte (1324) hürriyetin ilânı hengâmında mücâhede-i ma’nevîye ile tezahür eden Risâle-in Nur müellifinin görünmesi tarihidir.
DÖRDÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE:
âyetidir. Şu cümle Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı ve Fâtiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi, Kur’ânın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı îmaniye ile beraber hakîkat-ı İslâmiyet olan yedi esası, Kur’ânın seb’a-i meşhuresini parlak bir sûrette isbat eden ve
nuruna mazhar bir âyinesi olan Risâle-i Nur’a cifirce dahi işâret eder. Çünkü
makam-ı ebcedîsi bin üç yüz otuz beş (1335) adediyle Risâle-in Nur’un Fatihası olan İşârât-ül İ’caz tefsirinin Fâtiha Sûresi’yle Elbakara Sûresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üç yüz otuz beş veya altıya tevâfukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emâredir.
BEŞİNCİ ÂYET:
’dir. Bu âyetin remzi lâtiftir. Çünkü hem kuvvetli münâsebet-i ma’nevîye ile, hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde husûsi bir sûrette Risâle-in Nur ve müellifine bakıyor. Şöyle ki: