Hem meselâ:
cümlesi, ma’na-yı remziyle diyor ki: “On üçüncü ve on dördüncü asırda semavî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır.” Yâni, bin iki yüz seksen (1280) tarihine yakındır. İşte bu cümle ile nasılki elektriğin hilaf-ı âdet keyfiyetini ve geleceğini remzen beyân eder. Aynen öyle de: Ma’nevî bir elektrik olan Resâil-in Nur dahi gâyet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmağa ve başka üstadlardan taallüm edilmeğe ve müderrîsinin ağzından iktibas olmağa muhtaç olmadan herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir. Hem işâret eder ki; Resail-in Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu’cizane üç işârâtı elektrik ve Resail-in Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakîkattır. Tarihçe-i hayatını okuyanlar ve hemşehrileri bilirler ki; “İzhar” kitabından sonraki medrese usûlünce on beş sene ders almakla okunan kitabları, Resail-in Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş. Hem, nasılki bu cümlenin ma’nevî münâsebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işâreti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevâfukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resail-in Nur’un meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor. Bir lem’a-i i’caz daha gösterir. Şöyle ki
’nun makamı, bin iki yüz yetmiş dokuz (1279) olup,
kısmı ise, iki tenvin iki “nun” sayılmak cihetiyle bin iki yüz seksen dört (1284) ederek hem elektriğin taammümünün kurbiyetini, hem Resail-in Nur’un yakınlığını, hem on dört sene sonra müellifinin velâdetini kelime-i kudsiyesiyle ma’nen işâret ettiği gibi, cifr ile de tam tamına aynı tarihe tevâfukla işâret eder.