En küçük bir âdâbın müraatı, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umûmîye nev’inden cem’iyyete âid bir ubûdiyettir. Birisinin yapmasıyla o cem’iyyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umûm cemâat mes’ul olur. Bu nevi şeâire riya giremez ve ilân edilir. Nâfile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.
YEDİNCİ NÜKTE: Sünnet-i Seniyye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın! Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
Yâni: “Rabbim bana edebi, güzel bir sûrette ihsan etmiş, edeblendirmiş.” Evet Siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat’iyyen anlar ki: Edebin envâını, Cenâb-ı Hak habibinde cem’etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder.
kaidesine mâsadak olur, hasaretli bir edebsizliğe düşer.
SUAL: Herşeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen ALLÂMÜ’L-GUYÛB’a karşı edeb nasıl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâletler, ondan gizlenemez. Edebin bir nev’i tesettürdür, mûcib-i istikrah hâlâtı setretmektir. ALLÂMÜ’L-GUYÛB’a karşı tesettür olamaz?
ELCEVAB: Evvelâ: Sâni-i Zülcelâl nasılki kemâl-i ehemmiyetle san’atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve ni’metlerine, o ni’metleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celbediyor. Öyle de: Mahlûkatını ve ibâdını sâir zişuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latif ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edeb oluyor.
İşte Sünnet-i Seniyyedeki edeb, o Sâni-i Zülcelâl’in esmâlarının hududları içinde bir mahz-ı edeb vaziyetini takınmaktır.
Sâniyen: Nasılki bir tabib, doktorluk noktasında bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zarûret olduğu vakit ona gösterilir. Hilâf-ı edeb denilmez. Belki, edeb-i tıb öyle iktiza eder, denilir. Fakat o tabib, recüliyet ünvaniyle yahut vaiz ismiyle yahut hoca sıfatiyle o namahremlere bakamaz. Ona gösterilmesini edeb fetva veremez. Ve o cihette ona göstermek, hayasızlıktır. Öyle de Sâni-i Zülcelâl’in çok esmâsı var. Her bir ismin ayrı bir cilvesi var.