Ve sâhib olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücûd ve îman ni’metleri gibi sâbık hadsiz Niam-ı İlâhîyyeye bir şükürdür, geçmiş ni’metlere bakar. Va’d-ı İlâhî ile verilecek Cennet ise, Fazl-ı Rahmanî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakîkatta fazıldır. Demek seyyiatta sebeb, nefistir, mücâzata bizzât müstehaktır. Hasenatta ise sebeb Haktandır, illet de Haktandır. Yalnız, insan îman ile tesâhub eder. “Mükâfatını isterim” diyemez, “Fazlını beklerim” diyebilir.
Üçüncü Sual: Beyânat-ı sâbıkadan da anlaşılıyor ki; seyyiât, intişar ve tecâvüz ile taaddüd ettiğinden, bir seyyie bin yazılmalı, hasene ise vücûdî olduğu için maddeten taaddüd etmediğinden ve abdin îcadiyle ve nefsin arzusuyla olmadığından hiç yazılmamalı veya bir yazılmalı idi. Neden seyyie bir yazılır, hasene on ve ba’zan bin yazılır?
Elcevab: Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmet ve cemâl-i rahîmiyyetini o sûretle gösteriyor.
Dördüncü Sual: Ehl-i dalâletin kazandıkları muvaffakıyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidâyete galebeleri gösteriyor ki: Onlar bir kuvvete ve bir hakîkata istinâd ediyorlar. Demek ya ehl-i hidâyette zaaf var, ya onlarda bir hakîkat var?
Elcevab: Hâşâ... Ne onlarda hakîkat var, ne ehl-i hakda zaaf vardır. Fakat maatteessüf kasîrü’n-nazar muhakemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor. Çünkü diyorlar: “Eğer ehl-i hakda tam hak ve hakîkat olsaydı, bu derece mağlûbiyet ve zillet olmamak gerekti. Çünkü: Hakîkat kuvvetlidir.
olan kaide-i esasiye ile; kuvvet haktadır. Eğer o ehl-i hakka mukabil galibane gelen ehl-i dalâletin hakîki bir kuvveti ve bir nokta-i istinâdı olmasaydı bu derece galibiyet ve muvaffakıyet olmamak lâzım gelecekti?”
Elcevab: Ehl-i Hakkın mağlûbiyeti; kuvvetsizlikten, hakîkatsızlıktan gelmediği, sâbık işâretlerle kat’i isbat edildiği gibi; ehl-i dalâletin galebesi kuvvetlerinden ve iktidarlarından ve nokta-i istinâd bulmalarından gelmediği, yine o işâretlerle kat’i isbat edildiğinden; bu sualin cevabı, sâbık işâretlerin hey’et-i mecmûasıdır. Yalnız burada desîselerinden ve isti’mal ettikleri bir kısım silâhlarına işâret edeceğiz. Şöyle ki:
Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki: Yüzde on ehl-i fesad, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlub ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek kat’iyyen anladım ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor,