Herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firakından müteessir olup ma’nen ağlarlar. Ulvî bir matem ile ve haşmetli bir teşyî ile, kabir kapısiyle girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbâl var olduğuna işâret ederler.
ON ÜÇÜNCÜ İŞÂRET: “Üç Nokta”dır.
Birinci Nokta: Şeytanın en büyük bir desîsesi: Hakâik-i îmaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kâsır fikirli insanları aldatır, der ki: “Bir tek zât, umum zerrat ve seyyârât ve nücûmu ve sâir mevcûdâtı bütün ahvâliyle Tedbîr-i Rubûbiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes’eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.
Elcevab: Şeytanın bu desîsesini susturan sır: “ALLAHU EKBER”dir. Ve cevâb-ı hakîkisi de “ALLAHU EKBER”dir. Evet “ALLAHU EKBER”in ziyâde kesretle şeâir-i İslâmiyede tekrarı, bu desîseyi mahvetmek içindir. Çünkü: İnsanın âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakîkatları “ALLAHU EKBER” nuriyle görüp tasdik ediyor ve “ALLAHU EKBER” kuvvetiyle o hakîkatları taşıyor ve “Allahu Ekber” dâiresinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki: Bu kâinatın gâyet muntazamca tedbir ve tedvîri bilmüşahede görünüyor. Bunda iki yol var:
Birinci yol: Mümkindir; fakat gâyet azîmdir ve harikadır. Zaten böyle hârika bir eser, bir harika san’at ile, çok acib bir yol ile olur. O yol ise: Mevcûdât, belki zerrat adedince vücûdunun şâhidleri bulunan bir Zât-ı Ehad ve Samed’in Rubûbiyetiyle ve irade ve kudretiyle olmasıdır.
İkinci yol: Hiçbir cihet-i imkânı olmayan ve imtina derecesinde müşkilâtlı ve hiçbir cihette ma’kûl olmayan şirk ve küfür yoludur. Çünkü: Yirminci Mektub ve Yirmi İkinci Söz gibi çok Risâlelerde gâyet kat’i isbat edildiği üzere: O vakit kâinatın herbir mevcûdunda ve hatta herbir zerresinde bir Ulûhiyet-i Mutlaka ve bir ilm-i muhit ve hadsiz bir kudret bulunmak lâzım geliyor. Tâ ki, mevcûdâtta bilmüşahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam ve gâyet hassas mîzan ve imtiyaz ile mükemmel ve müzeyyen olan nukûş-u san’at vücûd bulabilsin.
Elhasıl: Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalı Rubûbiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı ma’kûl ve mümteni bir yol takib etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinâa girmeyi, şeytan dahi teklif edemez.
İkinci Nokta: Şeytanın mühim bir desîsesi : İnsana kusurunu i’tirâf ettirmemektir.