Mâdem vücûdda en mühim hakîkat, rahmet ve hayattır; yağmur, hayata menşe ve medâr-ı rahmet, belki ayn-ı rahmettir. Elbette vesait perde olmayacak. Kaide ve yeknesaklık dahi, Meşiet-i Hassa-i İlâhîyyeyi setretmeyecek; tâ ki her vakit, herkes, herşeyde şükür ve ubûdiyete ve sual ve duâya mecbûr olsun. Eğer bir kaide dâhilinde olsaydı, o kaideye güvenip şükür ve rica kapısı kapanırdı. Güneşin tulûunda ne kadar menfaatler olduğu ma’lûmdur. Halbuki muttarid bir kaideye tâbi olduğundan, Güneşin çıkması için duâ edilmiyor ve çıkmasına dâir şükür yapılmıyor. Ve ilm-i beşerî o kaidenin yoliyle yarın Güneşin çıkacağını bildiği için, gaibden sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz’iyatı bir kaideye tâbi olmadığı için, her vakit insanlar rica ve duâ ile Dergâh-ı İlâhîyyeye ilticaya mecbûr oluyorlar. Ve ilm-i beşerî, vakt-i nüzûlünü tayin edemediği için, sırf hazine-i rahmetten bir ni’met-i hassa telâkki edip hakîki şükrediyorlar.
İşte bu Âyet, bu nokta-i nazardan yağmurun vakt-i nüzulünü, mugayyebat-ı hamseye idhal ediyor. Rasadhânelerdeki aletle, bir yağmurun mukaddematını hissedip vaktini tayin etmek, gaibi bilmek değil, belki gaibden çıkıp âlem-i şehâdete takarrübü vaktinde ba’zı mukaddematına ıttıla sûretinde bilmektir. Nasıl, en hafî umûr-u gaybiye vukua geldikte, veyahud vukua yakın olduktan sonra hiss-i kable’l-vukuun bir nev’iyle bilinir. O, gaybı bilmek değil; belki o, mevcûdu veya mukarrebü’l-vücûdu bilmektir. Hatta ben kendi âsâbımda bir hassasiyet cihetiyle yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru ba’zan hissediyorum. Demek yağmurun mukaddematı, mebâdîleri var. O mebadiler, rutûbet nev’inden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaibden çıkıp daha şehâdete girmeyen umûra vüsûle bir vesîle olur. Fakat daha âlem-i şehâdete ayak basmayan ve meşîet-i hassa ile rahmet-i hassadan çıkmıyan yağmurun vakt-i nüzûlünü bilmek, ilm-i Allâmü’l-Guyûb’a mahsustur.
Kaldı İkinci Mes’ele: Röntgen şuâiyle rahm-ı mâderdeki çocuğun erkek ve dişisini bilmek ile Âyetinin meâl-i gaybîsine münafi olamaz. Çünkü: Âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acib isti’dâd-ı husûsisi ve istikbâlde kesbedeceği vaziyetine medâr olan mukadderat-ı hayatiyesinin mebadileri, hatta sîmasındaki gâyet acib olan Sikke-i Samediyet muraddır ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, ilm-i Allâmü’l-Guyub’a mahsustur. Yüz bin rontgen-misal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrâd-ı beşeriyeye karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız hakîki sîma-yı vechiyesini keşfedemez.