DÖRDÜNCÜ NOTA: Bil ki: Ekseriyetle Fâtır-ı Hakîmin âdetidir. Ehemmiyetli ve kıymetdar şeyleri ayniyle iade ediyor. Yâni, ekser eşya-nın misliyle tazelenmesi, mevsimlerin tebeddülünde, asırların değişmesinde o kıymetdar ehemmiyetli şeyleri ayniyle iade ediyor. Yevmî ve senevî ve asrî haşirlerin umumunda, şu kaide-i âdetullah ekseriyetle muttarid görü-nüyor. İşte bu sâbit kaideye binâen deriz: Mâdem fünûnun ittifakiyle ve ulûmun şehâdetiyle, hilkat şeceresinin en mükemmel meyvesi insandır. Ve mahlûkat içinde en ehemmiyetli insandır. Ve mevcûdât içinde en kıymetdar insandır. Ve insanın bir ferdi, sâir hayvânâtın bir nev’i hükmün-dedir. Elbette kat’i bir hads ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekberde beşe-rin herbir ferdi; ayniyle, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir.
BEŞİNCİ NOTA: Şu notada Avrupa fünûnu ve medeniyeti, Eski Said’in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı fikriyede sey-rettiği zaman, Avrupa’nın fünûn ve medeniyeti, o seyahat-ı kalbiyede emrâz-ı kalbiyeye inkılâb ederek ziyâde müşkilâta medâr olduğundan, bilmecbûriye Yeni Said zihnini silkeleyip, müzahraf felsefeyi ve sefih mede-niyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa’nın lehinde şehâdet eden his-siyat-ı nefsaniyeyi susturmak için, Avrupa’nın şahs-ı ma’nevîsi ile bir cihette gâyet kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbûr olmuştur. Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir: Birisi, İsevîlik dîn-i hakîkisinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimâîye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hiz-met eden fünûnları takib eden bu birinci Avrupa’ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehâsin zannederek, beşeri sefahete ve dalâlete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab edi-yorum. Şöyle ki:
O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehâsin-i medeniyet ve fünûn-u nâfiadan başka olan malâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeni-yeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı ma’nevîsine karşı demiştim:
Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup da’va edersin ki, beşerin saa-deti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.
Ey küfür ve küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba hem ru-hunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musîbet-lerle musîbetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle, zâhirî bir sûrette aldatıcı bir zînet ve servet içinde bulunmasiyle saadeti mümkün olabilir mi? Ona mes’ud denilebilir mi? Âyâ görmüyor musun ki, bir adamın cüz’î bir emirden me’yus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle tatlı hayaller ona acılaşıyor..