“Silâhını teslim et!” diyorlar. Nefer diyor: “Ben pâdişâhın askeriyim, onun hizmetindeyim; sonra onun yanına gideceğim. Siz neci oluyorsunuz? Eğer onun izin ve rızasiyle gelmiş iseniz, göz ve baş üstüne geldiniz, emrini gösteriniz; yoksa çekiliniz, benden uzak olunuz. Ben tek başımla kalsam, sizler binler dahi olsanız, yine sizinle döğüşeceğim. Kendi nefsim için değil, çünkü nefsim benim değil, benim sultanımındır. Belki bendeki nefsim ve silâhım, mâlikimin emanetidir. Emaneti muhafaza ve Sultanımın haysiyetini himaye ve izzetini vikaye için size baş eğmeyeceğim!
İşte o ikinci yoldaki medâr-ı sürur ve saadet olan binler ahvalden bu hal bir nümûnedir. Sâir ahvali sen kıyas et. Bütün o ikinci yolun seferinde, tevellüdat nâmında sevinç ve şenlikle bir tahşidat ve sevkiyat-ı askeriye vardır ve vefiyat nâmında sürur ve muzıka ile terhisat-ı askeriye görünüyorlar. İşte Kur’ân-ı Hakîm beşere bu yolu hediye etmiştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki cihanın saadetine giden bu ikinci yoldan gider. Ne geçmiş şeyden mahzun ve ne de gelecek şeyden havf eder.
Ey ikinci bozuk Avrupa! Senin çürük ve esassız esaslarının bir kısmı şunlardır ki: “En büyük melekten en küçük semeğe kadar her bir zîhayat kendi nefsine mâliktir ve kendi zâtı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar. Onun bir hakk-ı hayatı var. Gaye-i himmeti ve hedef-i maksadı, yaşamak ve bekasını te’min etmektir.” diyorsun. Ve Hâlık-ı Kerîm’in kerem düstûrlarından ve erkân-ı kâinatta kemâl-i itaatla imtisal edilen düstûr-u teavünle, nebâtât hayvânâtın imdadına ve hayvânât insanların yardımına koşmasından tezahür eden o umûmî kanunun Rahîmane, Kerîmane cilvelerini cidal zannedip, “hayat bir cidaldir” diye ahmakane hükmetmişsin. Acaba o düstûr-u teâvünün cilvesinden olan zerrat-ı taamiyenin, kemâl-i şevk ile beden hüceyrelerinin gıdalandırılması için koşmaları nasıl cidaldir? Nasıl bir çarpışmaktır? Belki o imdad ve o koşmak, Kerîm bir Rabbin emriyle bir teavündür. Hem çürük bir esasın: “Herşey kendi nefsine maliktir.” diyorsun. Hiçbir şey kendi nefsine mâlik olmadığına kat’i bir delil şudur ki: Esbâbın içinde en eşrefi ve ihtiyar noktasında en geniş iradelisi, insandır. Halbuki bu insanın; düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zâhir ef’al-i ihtiyariyesinden yüz cüz’ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve dâire-i iktidarına giren yalnız meşkuk tek bir cüz’dür. Böyle en zâhir fiilin yüz cüz’ünden bir cüz’üne mâlik olmayan, nasıl kendine mâliktir denilir? Böyle en eşref ve ihtiyarı en geniş, bu derece hakîki tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa; “Sâir hayvânât ve cemadat kendi kendine mâliktir” diyen, hayvandan daha ziyâde hayvan ve cemâdattan daha ziyâde câmid ve şuursuz olduğunu ispat eder.