Lemalar | Onyedinci Lema | 121
(113-138)

ALTINCI NOTA: Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların ba’zı hakaik-i îmaniyenin inkârındaki ittifaklarından telâşa düşen ve itikadını bozan biçâre insan! Bil ki: Kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve adet çokluğunda değil. Çünkü: İnsan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılâb eder. İnsan, ba’zı firenkler ve firenkmeşrebler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır.

Sen görüyorsun ki; hayvânâtın kemmiyet ve aded i’tibâriyle hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gâyet az iken, umum enva-ı hayvânât üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur. İşte muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenâb-ı Hakkın hayvânâtından bir nevi habislerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imareti için halketmiştir. Mü’min ibâdına ettiği ni’metlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, âkibetinde müstehak oldukları Cehenneme teslim eder.

İşte küffarın ve ehl-i dalâletin bir hakîkat-ı îmaniyyeyi inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünkü, nefiy sırriyle ittifakları kuvvetsizdir. Bin nefyediciler, birtek hükmündedir. Meselâ: Bütün İstanbul ahalisi, Ramazanın başında Ay’ı görmediğinden nefyetse, iki şahidin isbatiyle o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder. Mâdem küfrün ve dalâletin mâhiyeti nefiydir ve inkârdır; cehildir ve ademdir, küffarın kesret ile ittifakı ehemmiyetsizdir. Ehl-i hakkın, hak ve sâbit ve sübûtu isbat olunan mesâil-i îmaniyede şuhuda istinâd eden iki mü’minin hükmü, hadsiz o ehl-i dalâletin ittifakına râcih olur, galebe eder. Bu hakîkatın sırrı şudur ki: Nefyedenlerin da’vaları sûreten bir iken, müteaddittir; birbiriyle ittihad edemez ki kuvvetlensin. İsbat edicilerin da’vaları ittihad ediyor... birbirinden kuvvet alır. Çünkü: Gökteki Hilâl-i Ramazanı görmiyen der ki: “Benim nazarımda ay yoktur; benim yanımda görünmüyor.” Başkası da, “Nazarımda yoktur” der. Daha başkası da öyle der. Herbiri kendi nazarında “yoktur” der. Herbirinin nazarları ayrı ayrı ve nazara perde olan esbâb dahi ayrı ayrı olabildiği için, da’vaları da ayrı ayrı olur; birbirine kuvvet veremez. Fakat isbat edenler demiyor ki: “Benim nazarımda ve gözümde Hilâl var.” Belki “Nefsü’l-emirde, göğün yüzünde Hilâl vardır, görünür” der. Görenler bütün aynı da’vayı ve “nefsü’l-emirde vardır” der. Demek bütün da’valar birdir. Nefyedenlerin nazarları ayrı ayrı olduğundan, da’vaları da ayrı ayrı olur. Nefsü’l-emre hükmedemiyorlar. Çünkü nefsü’l-emirde nefiy isbat edilmez. Çünkü ihata lâzımdır.

Bir kaide-i usuldür. Evet birşeyi dünyada var desen, yalnız o şeyi göstermek kâfi gelir. Eğer yok deyip nefyetsen, bütün dünyayı eleyip göstermek lâzım gelir ki, tâ o nefiy isbat edilsin. İşte bu sırra binâen; ehl-i küfrün bir hakîkatı nefyetmesi ise, bir mes’eleyi halletmek veyahud dar bir delikten geçmek veyahud bir hendekten atlamak misâlindedir ki; bin de, bir de, birdir. Çünkü birbirine yardımcı olamaz. Fakat isbat edenler nefsü’l-emirde hakîkat-ı hale baktıkları için, müddeaları ittihad ediyor. Kuvvetleri birbirine yardım eder. Büyük bir taşın kaldırmasına benzer ki, ne kadar eller yapışsa daha ziyâde kaldırması kolay olur ve birbirinden kuvvet alır.

Dinle
-