Çünkü dâima işsizler ömründen şikâyet eder; eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa’yeden ve çalışan ise; şâkirdir, hamdeder, ömrün geçmesini istemez.
küllî düstûrdur. Hem o sır iledir ki: “Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır” cümlesi darb-ı mesel olmuştur. Evet cemadâta dikkatle nazar edilse: Bilkuvve yalnız isti’dâd ve kabiliyet cihetinde nâkıs kalıp inkişaf etmeyenlerin, gâyet bir içtihad ve sa’y ile inbisat edip bilkuvveden bilfiil sûretine geçmesinde, mezkûr Sünnet-i İlâhîyye düstûruyla bir tavır görünüyor. Ve o tavır işâret eder ki: O vazife-i fıtriyede bir şevk ve o mes’elede bir lezzet vardır. Eğer o câmidin umûmî hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur; yoksa, o câmidi temsil eden, nezaret eden şeye âidtir. Hatta bu sırra binâen denilebilir: Latif, nazik su incimad emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevk ile o emre imtisal eder ki, demiri şakk eder, parçalar. Demek bürûdet ve tahte’s-sıfır soğuğun lîsaniyle ağzı kapalı demir kaptaki suya “Genişlen!” Emr-i Rabbânîsini tebliğinde, şiddet-i şevk ile kabını parçalar. Demiri bozar, kendisi buz olur. Ve hâkezâ.. herşeyi buna kıyas et ki, Güneşlerin deveranından ve seyr ü seyahatlarından tut, tâ zerrelerin mevlevî gibi devretmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa’y ü hareket, kanun-u Kader-i İlâhî üzerine cereyan ediyor. Ve dest-i Kudret-i İlâhîden sudur eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvinî ile zuhur eder. Hatta herbir zerre, herbir mevcûd, herbir zîhayat, bir nefer askere benzer ki; orduda muhtelif dâirelerde, o neferin ayrı ayrı nisbetleri, vazifeleri olduğu gibi; herbir zerre, herbir zîhayatın dahi öyledir. Meselâ: Senin gözünde bir zerre, gözün hüceyresinde ve gözde ve a’sab-ı vechiyede ve bedenin şerâyin ta’bir edilen damarlarında, birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi ve o vazifeye göre birer fâidesi vardır. Ve hâkezâ herşeyi ona kıyas et. Buna binâen herbir şey, bir Kadîr-i Ezelî’nin vücub-u vücûduna iki cihetle şehâdet eder:
Biri: Tâkatının binler derece fevkinde vazifeleri görmekteki acz-i mutlak lîsaniyle o Kadirin vücûduna şehâdet eder.
İkincisi: Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düstûrlara ve müvazene-i mevcûdâtı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîre şehâdet eder.
Çünkü zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübînin mühim ve ince mes’eleleri olan nizam ve mîzanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semavât tabakalarını bir defter sahifesi gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâl’in elindeki Kitab-ı Mübînin mühim ince mes’elelerini okumak nerede?