Emniyyeti ve âsâyişi te’mine çalışıyor ki, pek çok bir kesrette ve memleketin her tarafında bulunan Nur talebelerinden, bu yirmi senede alâkadar üç dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları, emniyeti ihlâle dâir bir vukuatlarını bulmamış ve kaydetmemiş. Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler: “Nur talebeleri ma’nevî bir zabıtadır. Âsâyişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İmân-ı tahkikî ile; Nuru okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar. Emniyeti te’mine çalışıyorlar.” Bunun bir nümûnesi Denizli Hapishânesidir. Oraya Nurlar ve o mahpuslar için yazılan Meyve Risâlesi girmesiyle, üç dört ay zarfında iki yüzden ziyâde o mahpuslar öyle fevkalâde itaatli, dindarane bir salâh-ı hal aldılar ki, üç dört adamı öldüren bir adam, tahta bitlerini öldürmekten çekiniyordu. Tam merhametli, zararsız, vatana nâfi bir uzuv olmaya başladı. Hatta resmî me’murlar, bu hale hayretle ve takdirle bakıyordular. Hem daha hüküm almadan bir kısım gençler dediler: “Nurcular hapiste kalsalar, biz kendimizi mahkûm ettireceğiz ve ceza almaya çalışacağız; tâ onlardan ders alıp onlar gibi olacağız. Onların dersiyle kendimizi ıslah edeceğiz.” İşte bu mâhiyette bulunan Nur talebelerini, emniyeti ihlâl ile ittiham edenler, herhalde ve gâyet fena bir sûrette aldanmış veya aldatılmış veya bilerek veya bilmiyerek anarşistlik hesabına hükümeti iğfal edip bizleri eziyetlerle ezmeye çalışıyorlar. Biz bunlara karşı deriz; mâdem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapanmıyor ve dünya misafirhânesinde yolcular gâyet sür’at ve telaşla kafile kafile arkasında, toprak arkasına girip kayboluyorlar; elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız. Siz zulmünüzün cezasını dehşetli bir sûrette göreceksiniz. Hiç olmazsa mazlûm ehl-i îman hakkında terhis tezkeresi olan ölümün, îdam-ı ebedî dar ağacına çıkacaksınız. Sizin dünyada tevehhüm-ü ebediyetle aldığınız fâni zevkler, bâkî ve elîm elemlere dönecek.
Maatteessüf gizli münâfık düşmanlarımız, bu dindar milletin yüzer milyon velî makamında olan şehidlerinin, kahraman gazilerinin kanıyla ve kılıncıyla kazanılan ve muhafaza edilen hakîkat-ı İslâmiyete ba’zan “tarikat” nâmını takıp ve o Güneşin tek bir şuâı olan tarikat meşrebini, o Güneşin aynı gösterip, hükümetin ba’zı dikkatsiz me’murlarını aldatıp, hakîkat-ı Kur’âniyeye ve hakâik-i îmaniyeye te’sirli bir sûrette çalışan Nur talebelerine “tarikatçı” ve “siyasî cem’iyyetçi” nâmını vererek aleyhimize sevketmek istiyorlar. Biz; hem onlara, hem onları aleyhimizde dinliyenlere, Denizli Mahkeme-i Âdilesinde dediğimiz gibi deriz:
“Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakîkata, başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, Hakîkat-ı Kur’âniyeye feda olan başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmiyecek ve vazife-i kudsiye-sinden vazgeçmiyecekler İnşâallah!”