Âyetinin ifade ettiği, yıldızlarla, şeytan casuslarının semavâttan ref’ ve tardı, öyle bir sûrette isbat edilmiş ki, en muannid maddiyyunu dahi ikna eder, susturur ve kabul ettirir.
Saniyen: Bu uzak zannedilen o üç hakîkat-ı İslâmiyeyi, kısa zihinlere yakınlaştırmak için bir temsil ile işâret edeceğiz. Meselâ: Bir hükümetin dâire-i askeriyesi, memleketin şarkında ve dâire-i adliyesi garbında ve dâire-i maârifi şimalinde ve dâire-i ilmiyesi cenûbunda ve dâire-i mülkiyesi ortasında bulunsa; telsiz telefon, telgrafla, gâyet muntazam bir sûrette her dâire alâkadar olduğu vaziyetleri görse, haber alsa; âdeta umum o memleket, adliye dâiresi olduğu halde, askerî dâiresidir ve mülkiye dâiresi olduğu gibi, ilmiye dâiresi oluyor.
Hem meselâ: Müteaddid devletler ve ayrı ayrı payitahtları bulunan hükümetlerin ba’zan oluyor ki, müstemlekât cihetiyle veya imtiyazat haysiyetiyle veya ticaretler münâsebetiyle bir tek memlekette ayrı ayrı hâkimiyetlikleri bulunur. Raiyet ve millet bir olduğu halde, herbir hükümet, kendi imtiyazı cihetiyle, o raiyetle münâsebetdardır. Birbirinden çok uzak o hükümetlerin muamelatı, birbirine temas ediyor. Her hânede birbirine yakınlaşıyor ve her adamda iştirakleri oluyor. Cüz’î mes’eleleri, temas noktalarındaki cüz’î bir dâirede görülür. Yoksa her cüz’î bir mes’ele, dâire-i külliyeden alınmıyor; fakat o cüz’î mes’elelerden bahsedildiği zaman, doğrudan doğruya dâire-i külliyenin kanuniyle olduğu cihetiyle dâire-i külliyeden alınıyor gibi ve o dâirede medâr-ı bahsolunmuş bir mes’ele şekli verilir tarzda ifade edilir.
İşte bu iki temsil gibi, semavât memleketi, payitaht ve merkez i’tibâriyle gâyet uzak olduğu halde, Arz memleketinde insanların kalblerine uzanmış ma’nevî telefonları olduğu gibi, semavât âlemi, yalnız âlem-i cismanîye bakmıyor, belki âlem-i ervahı ve âlem-i melekûtu tazammun ettiğinden, bir cihette perde altında âlem-i şehâdeti ihata etmiştir. Hem Âlem-i Bâkiden ve Dâr-ı Bekadan olan Cennet dahi, hadsiz uzaklığıyla beraber, yine o dâire-i tasarrufatı, perde-i şehâdet altında, her tarafta nuranî bir sûrette uzanmış, yayılmış. Sâni-i Hakîm-i Zülcelâl’in hikmetiyle, kudretiyle, nasılki insanın başında yerleştirdiği duygularının merkezleri ayrı ayrı olduğu halde, herbiri umum o vücûda, o cisme hükmediyor ve dâire-i tasarrufuna alabiliyor. Öyle de; bu insan-ı ekber olan kâinat dahi, mütedahil ve birbiri içinde bulunan dâireler gibi, binler âlemleri ihtiva ediyor. Onlarda cereyan eden ahvalin ve hadiselerin küllî ve cüz’iyeti ve husûsiyeti ve azameti cihetiyle medâr-ı nazar olur, yâni o cüz’ler, cüz’î ve yakın yerlerde ve küllî ve azametliler küllî ve büyük makamlarda görülür.