gibi Âyetlerin mühim bir nüktesi, ehl-i dalâletin bir tenkidi münâsebetiyle beyân edilecek. Şöyle ki:
Cin ve şeytanın casusları, semavât haberlerine kulak hırsızlığı yapıp, gaybî haberleri getirerek, kâhinler ve maddiyyunlar ve ba’zı ispirtizmacılar gibi, gaibden haber vermelerini, nüzûl-ü vahyin bidayetinde vahye bir şübhe getirmemek için onların o dâimî casusluğu, o zaman daha ziyâde şaheblarla recm ve men’edildiğine dâir olan mezkûr Âyetler münâsebetiyle gâyet mühim üç başlı bir suale muhtasar bir cevabdır.
SUAL: Şu gibi Âyetlerden anlaşılıyor ki, cüz’î ve ba’zan şahsî bir hadise-i gaybiyeyi de haber almak için, gâyet uzak bir mesafe olan semavât memleketine casus şeytanların sokulması ve o çok geniş memleketin her tarafında o cüz’î hâdisenin bahsi varmış gibi; hangi şeytan olsa, hangi yere sokulsa, yarım yamalak o haberi işitecek, getirecek diye bir ma’nayı akıl ve hikmet kabul etmiyor. Hem nass-ı Âyetle, semavâtın üstünde bulunan Cennet’in meyvelerini ba’zı ehl-i Risâlet ve ehl-i kerâmet, yakın bir yerden alır gibi alıyormuş. Ba’zan yakından Cennet’i temaşa ediyormuş diye nihayet uzaklık nihayet yakınlık içinde bir mes’eledir ki, bu asrın aklına sığmaz? Hem cüz’î bir şahsın cüz’î bir ahvâli; küllî ve geniş olan semavât memleketindeki Mele-i A’lâ’nın medâr-ı bahsi olması, gâyet hakîmane olan tedvir-i kâinatın hikmetine muvafık gelmiyor? Halbuki bu üç mes’ele de hakâik-i İslâmiyeden sayılıyor?
ELCEVAB:
Evvelâ: On Beşinci Söz nâmındaki bir Risâlede, Yedi Basamak nâmında, yedi kat’i mukaddeme ile,